- Katılım
- Ocak 16, 2025
- Mesajlar
- 290,476
- Tepkime puanı
- 0
Trump’ın Ukrayna’daki savaşı Avrupalılara sormadan, danışmadan Putin’le görüşüp sonlandırma girişimleriyle Almanya’daki erken seçim ve hükümet değişikliği aynı döneme denk geldi. Seçimi beklenenin gerisinde bir başarıyla kazanan merkez sağın başbakan adayı Friedrich Merz’in yeni bir hükümet kurması, sosyal demokratlarla koalisyon görüşmeleri sorunsuz geçse bile haftalar alacak. Dolayısıyla belki de bu arada Trump ve Putin anlaşıp, Avrupa’nın doğusunda üç yılını geride bırakan savaşla çizilen haritayı resmileştirmek için epey yol almış olacaklar.
Başta Almanlar olmak üzere Avrupalılar Trump’ın tüm dünyaya “bir an” için de olsa nefes aldıracak bu hamlesini içlerine sindiremiyorlar. Almanya’nın hem şu an işbaşında olan ve birkaç hafta ya da ay sonra artık tarihe karışacak hükümeti de, başta Merz’in kendisi olmak üzere gelecekteki hükümeti de bu yolla varılacak “barış”a karşılar. Ancak bu savaşın gerçek tarafı olan ABD ve Rusya için bu itirazın hiçbir değeri yok. Dolayısıyla eğer bir anlaşma olursa bunu tabii kabul edecekler ve bu çerçevede kendilerine biçilen görevleri de (daha fazla silahlanma, Ukrayna’ya “barış gücü” gönderilmesi vs.) paşa paşa yerine getirecekler. (Kuşkusuz Trump, bu “barış”ı barışçı olduğu için değil, başka nedenlerle istiyor. Durup dururken haritalarda yüzyıllardır yer alan yer isimlerini, komşularına en ufak bir saygı göstermeden değiştiren, başka ülkeleri “gerektiğinde zor kullanarak ya da parayla satın alarak” sınırları içine katmaktan söz eden, göreve kendi atadığı genelkurmay başkanı tarafından bile “tam bir faşist” olarak tanımlanan, tüm dünyanın gözü önünde darbeye kalkışan, polis öldüren ve bu suçlardan yargılanıp, cezalandırılan aşırı sağcı militanları affeden Trump’ın tabii ki başka hedefleri var. Ukrayna’nın doğal kaynaklarının büyük bir bölümünün üstüne çökerek, bunu gösteriyor zaten. Ama biz Avrupa’ya, daha doğrusu Almanya’ya dönelim...)
Gerçi seçimin en büyük mağlubu Başbakan Olaf Scholz, bir ateşkes, geçici ya da topyekün barış durumunda varılan anlaşmayı gözetecek, Ukrayna’nın yeni sınırlarını koruyacak barış gücüne Alman Ordusu’nun da katılması yolundaki beklentileri “Şimdi zamanı değil!” gibi gerekçelerle reddediyor. Bu kısa sürede dile getirmediği başka gerekçeleri de vardır mutlaka. Örneğin böylece Alman ve Rus askeri birliklerinin doğrudan karşı karşıya gelmesini istemiyordur muhtemelen. Öyle ya, böyle bir durum bir provokasyon sonucu büyüyecek bir askeri çatışmaya da yol açabilir. Yani sonuç olarak bu savaşın başından beri korkulan senaryo gerçek olabilir: Ukrayna “henüz” NATO üyesi olmasa bile orada Rus ordusunun NATO birliklerine karşı “saldırgan” olarak tanımlandığı bir oldu bitti yaşanabilir. Birileri bu provokasyonun nedenini, sorumlusunu ararken, tartışırken bakmışsınız NATO’nun 5’nci maddesiyle gerçeklendirilen bir savaş başlamış bile... Scholz, Ukrayna’ya kimilerinin iddia ettiği gibi belki de Rusya’ya diz çöktürecek en modern silahlar olarak görülen Taurus füzelerinin verilmesine de bu nedenle sonuna kadar karşı çıkmıştı. Ama artık Almanya’yı bu savaşta üç yıldır şimdi olduğundan daha gayretli bir biçimde taraf olmaya zorlayan güçlere direnen Scholz’un dönemi bitiyor.
O, SPD’nin tarihi yenilgisinin tek sorumlusu olarak önümüzdeki dönemi sıradan bir milletvekili olarak geçirmeye hazırlanırken, hükümeti döneminde Ukrayna’ya askeri yardım konusunda altını oyan yeşil ve liberal ortaklarıyla aynı çizgideki partidaşlarının dönemi başlıyor. Normal koşullarda yenilginin birinci değilse bile, ikinci sorumlusu olan ve doğal olarak görevinden istifa etmesi gereken parti eşgenel başkanlarından Lars Klingbeil büyük bir pişkinlikle buna ek olarak bir de partinin meclis grup başkanlığını üstlenerek, Merz’le yürütülecek koalisyon pazarlıklarında çeşme başını tuttu. Klingbeil’in tartışılan “barış gücü” ya da Ukrayna’ya Taurus füzelerinin verilmesi gibi konularda ya da sosyal alanlara, eğitime, çevre korumaya ayrılan harcamalarda kesintiye gidip, silahlanmaya “yatırım” yapılması konularında sorun çıkarması beklenmiyor tabii ki. Hiç beklemediği bir anda savunma bakanlığına getirilen, başından beri Almanya’nın yeniden “savaş yeteneği” kazanması gerektiğini savunarak, zorunlu askerliğin yeniden yürürlüğe sokulması, silahlanma harcamalarının artırılması gibi talepleriyle ana akım medyanın gözüne giren ve birden bire “Almanya’nın en popüler politikacısı” ilan edilen (halen de öyle!) Boris Pistorius’un da Merz’in hükümetinde görev alması kesin. Seçim sürecinin ortasında hiç kendisini Scholz’a alternatif olarak gösteren sağ kesimlerin tezgahlarına karşı çıkmayarak (sonunda isteksiz bir biçimde “ben yokum” dedi, ama artık çok geç olmuştu SPD ve Scholz için) partisini ve kariyerini borçlu olduğu liderini “arkadan vuran” Pistorius’u SPD’nin genel başkanlığına yakıştıranlar da halen kampanyalarını sürdürüyorlar.
Birleşik Krallık ve Fransa, olası bir Trump-Putin barışı eğer Ukrayna’ya Avrupa’dan bir barış gücü gönderilecekse, buna katılmaya hazır olduklarını açıkladılar. Kabul etmeyenler de var ama İspanya’dan ve diğer ülkelerden de olumlu sinyaller geliyor. Almanya’da Merz liderliğinde kurulacak CDU/CSU – SPD ortaklığının buna katılacağı kesin. Böyle bir barış olur mu, bu barış kalıcı olur mu belli değil tabii ki...
Ancak Almanya’da sandıktan çıkan çoğunluk bu savaşın bitmesini değil, devam etmesini, bitecekse de Ukrayna lehine sonuçlanmasını isteyenlerden oluşuyor. Bir tek aşırı sağcı AfD ve seçimi binde üçlük farkla kaybeden “solcu ve muhafazakâr” parti BSW buna karşılar. Her fırsatta CDU-CSU’yla koalisyona hazır olduğunu açıklayan AfD’nin bu konuda kısa sürede tavrını değiştirebilir. “Göçmenlere karşı faşistlerle birlikte oy kullanma” suçunu işleyen BSW’nin itirazlarının ise artık bir önemi kalmadı.
Bir de sandıktan oylarını ikiye katlayarak çıkan Sol Parti (Die Linke) var. Ukrayna’ya silah yardımlarının sürmesinden yanalar ama silahlanma için büyük bütçe arayışlarına karşı çıkacaklarını açıklıyor. Üzerlerinde büyük baskı var. Barışla ilgili araştırma yapmakla görevli bilim insanları, ekonomistler söz birliği yapmışçasına Almanya’nın daha fazla silanlanması, bunun için de sosyal alanlarda kesintileri göze alması gerektiğini savunuyorlar. Bakalım Sol Parti, tabandan gelen muhteşem desteğe layık olup, bu konudaki baskılara karşı solda kalabilecek mi?
Başta Almanlar olmak üzere Avrupalılar Trump’ın tüm dünyaya “bir an” için de olsa nefes aldıracak bu hamlesini içlerine sindiremiyorlar. Almanya’nın hem şu an işbaşında olan ve birkaç hafta ya da ay sonra artık tarihe karışacak hükümeti de, başta Merz’in kendisi olmak üzere gelecekteki hükümeti de bu yolla varılacak “barış”a karşılar. Ancak bu savaşın gerçek tarafı olan ABD ve Rusya için bu itirazın hiçbir değeri yok. Dolayısıyla eğer bir anlaşma olursa bunu tabii kabul edecekler ve bu çerçevede kendilerine biçilen görevleri de (daha fazla silahlanma, Ukrayna’ya “barış gücü” gönderilmesi vs.) paşa paşa yerine getirecekler. (Kuşkusuz Trump, bu “barış”ı barışçı olduğu için değil, başka nedenlerle istiyor. Durup dururken haritalarda yüzyıllardır yer alan yer isimlerini, komşularına en ufak bir saygı göstermeden değiştiren, başka ülkeleri “gerektiğinde zor kullanarak ya da parayla satın alarak” sınırları içine katmaktan söz eden, göreve kendi atadığı genelkurmay başkanı tarafından bile “tam bir faşist” olarak tanımlanan, tüm dünyanın gözü önünde darbeye kalkışan, polis öldüren ve bu suçlardan yargılanıp, cezalandırılan aşırı sağcı militanları affeden Trump’ın tabii ki başka hedefleri var. Ukrayna’nın doğal kaynaklarının büyük bir bölümünün üstüne çökerek, bunu gösteriyor zaten. Ama biz Avrupa’ya, daha doğrusu Almanya’ya dönelim...)
∗∗∗
Gerçi seçimin en büyük mağlubu Başbakan Olaf Scholz, bir ateşkes, geçici ya da topyekün barış durumunda varılan anlaşmayı gözetecek, Ukrayna’nın yeni sınırlarını koruyacak barış gücüne Alman Ordusu’nun da katılması yolundaki beklentileri “Şimdi zamanı değil!” gibi gerekçelerle reddediyor. Bu kısa sürede dile getirmediği başka gerekçeleri de vardır mutlaka. Örneğin böylece Alman ve Rus askeri birliklerinin doğrudan karşı karşıya gelmesini istemiyordur muhtemelen. Öyle ya, böyle bir durum bir provokasyon sonucu büyüyecek bir askeri çatışmaya da yol açabilir. Yani sonuç olarak bu savaşın başından beri korkulan senaryo gerçek olabilir: Ukrayna “henüz” NATO üyesi olmasa bile orada Rus ordusunun NATO birliklerine karşı “saldırgan” olarak tanımlandığı bir oldu bitti yaşanabilir. Birileri bu provokasyonun nedenini, sorumlusunu ararken, tartışırken bakmışsınız NATO’nun 5’nci maddesiyle gerçeklendirilen bir savaş başlamış bile... Scholz, Ukrayna’ya kimilerinin iddia ettiği gibi belki de Rusya’ya diz çöktürecek en modern silahlar olarak görülen Taurus füzelerinin verilmesine de bu nedenle sonuna kadar karşı çıkmıştı. Ama artık Almanya’yı bu savaşta üç yıldır şimdi olduğundan daha gayretli bir biçimde taraf olmaya zorlayan güçlere direnen Scholz’un dönemi bitiyor.
O, SPD’nin tarihi yenilgisinin tek sorumlusu olarak önümüzdeki dönemi sıradan bir milletvekili olarak geçirmeye hazırlanırken, hükümeti döneminde Ukrayna’ya askeri yardım konusunda altını oyan yeşil ve liberal ortaklarıyla aynı çizgideki partidaşlarının dönemi başlıyor. Normal koşullarda yenilginin birinci değilse bile, ikinci sorumlusu olan ve doğal olarak görevinden istifa etmesi gereken parti eşgenel başkanlarından Lars Klingbeil büyük bir pişkinlikle buna ek olarak bir de partinin meclis grup başkanlığını üstlenerek, Merz’le yürütülecek koalisyon pazarlıklarında çeşme başını tuttu. Klingbeil’in tartışılan “barış gücü” ya da Ukrayna’ya Taurus füzelerinin verilmesi gibi konularda ya da sosyal alanlara, eğitime, çevre korumaya ayrılan harcamalarda kesintiye gidip, silahlanmaya “yatırım” yapılması konularında sorun çıkarması beklenmiyor tabii ki. Hiç beklemediği bir anda savunma bakanlığına getirilen, başından beri Almanya’nın yeniden “savaş yeteneği” kazanması gerektiğini savunarak, zorunlu askerliğin yeniden yürürlüğe sokulması, silahlanma harcamalarının artırılması gibi talepleriyle ana akım medyanın gözüne giren ve birden bire “Almanya’nın en popüler politikacısı” ilan edilen (halen de öyle!) Boris Pistorius’un da Merz’in hükümetinde görev alması kesin. Seçim sürecinin ortasında hiç kendisini Scholz’a alternatif olarak gösteren sağ kesimlerin tezgahlarına karşı çıkmayarak (sonunda isteksiz bir biçimde “ben yokum” dedi, ama artık çok geç olmuştu SPD ve Scholz için) partisini ve kariyerini borçlu olduğu liderini “arkadan vuran” Pistorius’u SPD’nin genel başkanlığına yakıştıranlar da halen kampanyalarını sürdürüyorlar.
∗∗∗
Birleşik Krallık ve Fransa, olası bir Trump-Putin barışı eğer Ukrayna’ya Avrupa’dan bir barış gücü gönderilecekse, buna katılmaya hazır olduklarını açıkladılar. Kabul etmeyenler de var ama İspanya’dan ve diğer ülkelerden de olumlu sinyaller geliyor. Almanya’da Merz liderliğinde kurulacak CDU/CSU – SPD ortaklığının buna katılacağı kesin. Böyle bir barış olur mu, bu barış kalıcı olur mu belli değil tabii ki...
Ancak Almanya’da sandıktan çıkan çoğunluk bu savaşın bitmesini değil, devam etmesini, bitecekse de Ukrayna lehine sonuçlanmasını isteyenlerden oluşuyor. Bir tek aşırı sağcı AfD ve seçimi binde üçlük farkla kaybeden “solcu ve muhafazakâr” parti BSW buna karşılar. Her fırsatta CDU-CSU’yla koalisyona hazır olduğunu açıklayan AfD’nin bu konuda kısa sürede tavrını değiştirebilir. “Göçmenlere karşı faşistlerle birlikte oy kullanma” suçunu işleyen BSW’nin itirazlarının ise artık bir önemi kalmadı.
Bir de sandıktan oylarını ikiye katlayarak çıkan Sol Parti (Die Linke) var. Ukrayna’ya silah yardımlarının sürmesinden yanalar ama silahlanma için büyük bütçe arayışlarına karşı çıkacaklarını açıklıyor. Üzerlerinde büyük baskı var. Barışla ilgili araştırma yapmakla görevli bilim insanları, ekonomistler söz birliği yapmışçasına Almanya’nın daha fazla silanlanması, bunun için de sosyal alanlarda kesintileri göze alması gerektiğini savunuyorlar. Bakalım Sol Parti, tabandan gelen muhteşem desteğe layık olup, bu konudaki baskılara karşı solda kalabilecek mi?