- Katılım
- Ocak 16, 2025
- Mesajlar
- 318,239
- Tepkime puanı
- 0
Gencay Sözüdoğru - Sol Parti Almanya
Son yıllarda Almanya’da aşırı sağ belirgin bir ivme kazandı. Göçmen karşıtı milliyetçi söylemler, daha önce hiç olmadığı kadar geniş bir toplumsal karşılık buluyor. Anketler, eyalet seçimlerinde oylarını belirgin bir biçimde artıran ırkçı parti AfD’nin genel seçimlerde yüzde yirmi civarında oy alacağını öngörüyor. Ekonomide yaşanan durgunluk, hızla eriyen orta sınıf ve hayat pahalılığı, stabil Alman siyasal yaşamında değişim arzusunu açığa çıkarıyor. Bu durum, sağda ve solda yer alan merkez partilerin oy kaybını açıklayan önemli nedenlerden biri.
Güncel anketler, bilhassa Doğu eyaletlerinde kısmi başarılar elde eden AfD’nin genel seçimlerden ikinci parti olarak çıkacağını gösteriyor. Geçmiş yıllarda solun oy deposu niteliğinde olan bu eyaletlerde yaşanan böylesi bir değişim aslında şaşırtıcı değil. Sol Parti (Die Linke) bölgede hâlâ etkin bir güç olarak varlığını sürdürüyor olsa da değişim arzusunun öncüsü konumunda olduğunu söylemek güç. Bunun başlıca nedenleri arasında, Die Linke’nin uzun süredir Doğu’da sosyal demokratlarla kurduğu bölgesel hükümet koalisyonları yer alıyor. Berlin dışında pek de başarılı sayılmayacak bu deneyimlerde belirleyici güç çoğu zaman sosyal demokratlardı ve Sol Parti için iktidarın bir parçası olmak yıpratıcı oldu.
Alman sendikaları, 20. yüzyıl boyunca güçlü bir işçi hareketinin temel taşını oluşturuyordu. Sol partilerin geleneksel seçmen tabanını oluşturan işçi sınıfı ve sendikalı emekçiler, küreselleşme, sanayisizleşme ve dijitalleşme gibi süreçlerden geçerek bir daralma yaşadı. Taşeron işçiliğin, sözleşmeli çalışmanın ve yarı zamanlı istihdamın yaygınlaşmasıyla birlikte, sermaye göçü tehdidi karşısında geleneksel sendikal mücadele de bir kriz yaşamaya başladı ve örgütlü toplumsal etkisini giderek kaybetti. IG Metall ve Verdi gibi geçmişin güçlü sendikaları, bugün kendi iç bürokrasilerinin hantallığı içinde işçilerle doğrudan bağ kurmaktan giderek uzaklaştı. Sol siyasal hareket, işçilerin ülkesi Almanya’da yaslanabileceği en önemli geleneksel toplumsal dinamiğini yitirmiş durumda. Bu durum, geniş emekçi kesimlerde siyasal yönsüzlüğü artırırken, ortaya çıkan boşluğu büyük oranda sağ popülist söylemler dolduruyor.
Başta sosyal demokratlar ve Yeşiller olmak üzere merkez partiler giderek solun geleneksel tavrından uzaklaşırken, alternatif strateji arayışlarında öne çıkan söylemler uyum politikaları, çevre sorunları ve cinsiyet eşitliği gibi daha çok kentli orta sınıfın kaygıları etrafında şekillendi. Buna karşılık kırsal bölgelerde ve sanayi işçileri arasında bu durum, elitist bir yaklaşım olarak görülerek merkeze ya da aşırı sağa kitlesel kaymaların başlıca nedenlerinden biri oldu. Ukrayna savaşıyla birlikte silah sanayisine ayrılan kaynaklar, kira artışları ve birçok toplumsal mesele, geleneksel halk partilerinin ilgi alanının çok uzağına düşerken, geniş emekçi kesimlerin çıkarlarının tam tersi bir pozisyonda kümelenmelerine yol açtı. En basit sosyal demokrat talepler dahi neredeyse sosyalist solun tek başına göğüslemesi gereken bir alan hâline dönüştü. Böylece, sol siyasetin fikri hegemonyası en çok ihtiyaç duyulan bu dönemde zayıfladı.
Bu noktada sosyalist sola ayrı bir yer açmak gerekiyor. Aslında, gerçek anlamıyla sosyalist solun siyaset zeminini genişletmesi gereken bu dönemi Die Linke, uzun bir süre kendi iç tartışmalarıyla geçirdi. Parti içinde Sahra Wagenknecht öncülüğündeki muhalif kanadın, göçmen sorunundan aşı karşıtlığına kadar toplumun güvenlik kaygılarını merkeze alan sağ popülist söylemlere yakınlaşması, karşı kanadın ise NATO’ya ve Filistin’de yaşanan zulme karşı açık bir tavır koyamaması, parti içinde büyük bir kafa karışıklığına neden oldu. Bu kaotik durum önemli ölçüde güç kaybına yol açtı. Ancak 2023 yılında Wagenknecht grubunun partiden ayrılarak kendi adıyla (Sahra Wagenknecht İttifakı) yeni bir oluşum kurması ve Sol Parti’de kalanların parti kongresi sonrası yeni liderliğin belirgin ve tutarlı bir çizgiye oturması, bu belirsizliği kısmen sona erdirdi.
Geçtiğimiz seçimlerde yüzde 5 barajının altında kalan parti, seçimlere çok az bir süre kala önemli bir ivme yakalamış durumda. Mevcut anketler, partiyi yüzde 7 ila 9 bandında gösteriyor. Bu ivmenin başlıca nedeni, toplumda ırkçı partinin ulaştığı ürkütücü güce karşı bir pozisyon alma ve ülkede demokrasiyi koruma ihtiyacı.
Her ne kadar AfD’nin yüzde 20’lik yükselişinin oldukça gerisinde kalsa da, Die Linke’nin etkin bir parlamento mücadelesiyle merkez partiler üzerinde karşıt bir lokomotif rolü üstlenebileceği göz ardı edilmemeli. Zira benzer bir etkiyi AfD, seçimlerin büyük olasılıkla kazananı olacak muhafazakâr Hristiyan Demokratlar (CDU) üzerinde yaratıyor. CDU’nun Şansölye adayı Friedrich Merz, Merkel’in aksine oldukça sağda ve göçmen karşıtı bir isim. Sonradan geri adım atmak zorunda kalsa da, iltica hukuku ve geri göndermelerle ilgili meclise sunduğu önergenin AfD’den destek görmesi, bu iki partinin gelecekte birlikte pozisyon alma ihtimalinin hiç de düşük olmadığını gösteriyor.
Öte yandan, belki de CDU’yu bu konuda şimdilik geri adım attıran en önemli etken, Die Linke’nin genç lideri Heidi Reichinnek’in çağrısıyla yüz binlerin sokaklara dökülmesi oldu. Bu durum, ülkede demokrasi güçlerinin kolayca teslim alınamayacağını gösteren önemli bir işaret niteliğinde. Die Linke, belki kendi tarihinin en yüksek oy oranına ulaşamayacak, ancak seçimlere kısa bir süre kala, partiye olan ilginin önemli bir kısmını gençlerin oluşturduğu üye akışının rekor seviyelere ulaştığı görülüyor.
Son yıllarda Almanya’da aşırı sağ belirgin bir ivme kazandı. Göçmen karşıtı milliyetçi söylemler, daha önce hiç olmadığı kadar geniş bir toplumsal karşılık buluyor. Anketler, eyalet seçimlerinde oylarını belirgin bir biçimde artıran ırkçı parti AfD’nin genel seçimlerde yüzde yirmi civarında oy alacağını öngörüyor. Ekonomide yaşanan durgunluk, hızla eriyen orta sınıf ve hayat pahalılığı, stabil Alman siyasal yaşamında değişim arzusunu açığa çıkarıyor. Bu durum, sağda ve solda yer alan merkez partilerin oy kaybını açıklayan önemli nedenlerden biri.
Güncel anketler, bilhassa Doğu eyaletlerinde kısmi başarılar elde eden AfD’nin genel seçimlerden ikinci parti olarak çıkacağını gösteriyor. Geçmiş yıllarda solun oy deposu niteliğinde olan bu eyaletlerde yaşanan böylesi bir değişim aslında şaşırtıcı değil. Sol Parti (Die Linke) bölgede hâlâ etkin bir güç olarak varlığını sürdürüyor olsa da değişim arzusunun öncüsü konumunda olduğunu söylemek güç. Bunun başlıca nedenleri arasında, Die Linke’nin uzun süredir Doğu’da sosyal demokratlarla kurduğu bölgesel hükümet koalisyonları yer alıyor. Berlin dışında pek de başarılı sayılmayacak bu deneyimlerde belirleyici güç çoğu zaman sosyal demokratlardı ve Sol Parti için iktidarın bir parçası olmak yıpratıcı oldu.
SOLUN TABANINDA SAĞ POPÜLİZM YÜKSELDİ
Alman sendikaları, 20. yüzyıl boyunca güçlü bir işçi hareketinin temel taşını oluşturuyordu. Sol partilerin geleneksel seçmen tabanını oluşturan işçi sınıfı ve sendikalı emekçiler, küreselleşme, sanayisizleşme ve dijitalleşme gibi süreçlerden geçerek bir daralma yaşadı. Taşeron işçiliğin, sözleşmeli çalışmanın ve yarı zamanlı istihdamın yaygınlaşmasıyla birlikte, sermaye göçü tehdidi karşısında geleneksel sendikal mücadele de bir kriz yaşamaya başladı ve örgütlü toplumsal etkisini giderek kaybetti. IG Metall ve Verdi gibi geçmişin güçlü sendikaları, bugün kendi iç bürokrasilerinin hantallığı içinde işçilerle doğrudan bağ kurmaktan giderek uzaklaştı. Sol siyasal hareket, işçilerin ülkesi Almanya’da yaslanabileceği en önemli geleneksel toplumsal dinamiğini yitirmiş durumda. Bu durum, geniş emekçi kesimlerde siyasal yönsüzlüğü artırırken, ortaya çıkan boşluğu büyük oranda sağ popülist söylemler dolduruyor.
Başta sosyal demokratlar ve Yeşiller olmak üzere merkez partiler giderek solun geleneksel tavrından uzaklaşırken, alternatif strateji arayışlarında öne çıkan söylemler uyum politikaları, çevre sorunları ve cinsiyet eşitliği gibi daha çok kentli orta sınıfın kaygıları etrafında şekillendi. Buna karşılık kırsal bölgelerde ve sanayi işçileri arasında bu durum, elitist bir yaklaşım olarak görülerek merkeze ya da aşırı sağa kitlesel kaymaların başlıca nedenlerinden biri oldu. Ukrayna savaşıyla birlikte silah sanayisine ayrılan kaynaklar, kira artışları ve birçok toplumsal mesele, geleneksel halk partilerinin ilgi alanının çok uzağına düşerken, geniş emekçi kesimlerin çıkarlarının tam tersi bir pozisyonda kümelenmelerine yol açtı. En basit sosyal demokrat talepler dahi neredeyse sosyalist solun tek başına göğüslemesi gereken bir alan hâline dönüştü. Böylece, sol siyasetin fikri hegemonyası en çok ihtiyaç duyulan bu dönemde zayıfladı.
HALK SAĞIN YÜKSELİŞİNE REAKSİYON VERİYOR
Bu noktada sosyalist sola ayrı bir yer açmak gerekiyor. Aslında, gerçek anlamıyla sosyalist solun siyaset zeminini genişletmesi gereken bu dönemi Die Linke, uzun bir süre kendi iç tartışmalarıyla geçirdi. Parti içinde Sahra Wagenknecht öncülüğündeki muhalif kanadın, göçmen sorunundan aşı karşıtlığına kadar toplumun güvenlik kaygılarını merkeze alan sağ popülist söylemlere yakınlaşması, karşı kanadın ise NATO’ya ve Filistin’de yaşanan zulme karşı açık bir tavır koyamaması, parti içinde büyük bir kafa karışıklığına neden oldu. Bu kaotik durum önemli ölçüde güç kaybına yol açtı. Ancak 2023 yılında Wagenknecht grubunun partiden ayrılarak kendi adıyla (Sahra Wagenknecht İttifakı) yeni bir oluşum kurması ve Sol Parti’de kalanların parti kongresi sonrası yeni liderliğin belirgin ve tutarlı bir çizgiye oturması, bu belirsizliği kısmen sona erdirdi.
Geçtiğimiz seçimlerde yüzde 5 barajının altında kalan parti, seçimlere çok az bir süre kala önemli bir ivme yakalamış durumda. Mevcut anketler, partiyi yüzde 7 ila 9 bandında gösteriyor. Bu ivmenin başlıca nedeni, toplumda ırkçı partinin ulaştığı ürkütücü güce karşı bir pozisyon alma ve ülkede demokrasiyi koruma ihtiyacı.
DİE LİNKE YENİDEN SOKAKLARDA
Her ne kadar AfD’nin yüzde 20’lik yükselişinin oldukça gerisinde kalsa da, Die Linke’nin etkin bir parlamento mücadelesiyle merkez partiler üzerinde karşıt bir lokomotif rolü üstlenebileceği göz ardı edilmemeli. Zira benzer bir etkiyi AfD, seçimlerin büyük olasılıkla kazananı olacak muhafazakâr Hristiyan Demokratlar (CDU) üzerinde yaratıyor. CDU’nun Şansölye adayı Friedrich Merz, Merkel’in aksine oldukça sağda ve göçmen karşıtı bir isim. Sonradan geri adım atmak zorunda kalsa da, iltica hukuku ve geri göndermelerle ilgili meclise sunduğu önergenin AfD’den destek görmesi, bu iki partinin gelecekte birlikte pozisyon alma ihtimalinin hiç de düşük olmadığını gösteriyor.
Öte yandan, belki de CDU’yu bu konuda şimdilik geri adım attıran en önemli etken, Die Linke’nin genç lideri Heidi Reichinnek’in çağrısıyla yüz binlerin sokaklara dökülmesi oldu. Bu durum, ülkede demokrasi güçlerinin kolayca teslim alınamayacağını gösteren önemli bir işaret niteliğinde. Die Linke, belki kendi tarihinin en yüksek oy oranına ulaşamayacak, ancak seçimlere kısa bir süre kala, partiye olan ilginin önemli bir kısmını gençlerin oluşturduğu üye akışının rekor seviyelere ulaştığı görülüyor.