- Katılım
- Ocak 16, 2025
- Mesajlar
- 192,692
- Tepkime puanı
- 0
Türkiye’de bir süredir, merkezinde televizyon dizilerine yön veren isimlerin olduğu tartışmalar yaşanıyor. Çünkü dizi sektörüne yön veren bazı yapımcı, menajer ve oyuncular mesleklerinin yanı sıra ideolojik tavır, hatta politik hamleleriyle de öne çıkıyorlar. Yapımcı Ayşe Barım hakkında ortaya atılan tekelleşme iddiaları, bazı oyuncuların tanıklıkları konuşulurken, Barım Gezi Davası soruşturmasından gözaltına alındı. Biz ise geçtiğimiz hafta, bugün yayınlanmak üzere Eyüp Gökhan Özekin ile söyleşmiştik. Özekin’in birden çok şapkası var. Uzun zamandır aktif siyasetçi ve AK Parti MKYK Üyesi. Sanatla yakında ilgili, Ankara’da bir galerisi var. Sosyal medyada netameli konularda yazıyor, çiziyor zaman zaman gündem de oluyor. Ancak Özekin, şu günlerde çokça izlenen ve beğenilen Fatih Fetihler Sultanı dizisinin de yapımcısı aynı zamanda. Benim için meselesi olan isimlerden. Bir Başka Mesele’de Fatih gibi önemli bir liderin ve tarihin akışını değiştiren İstanbul’un fethinin ekranlara yansıtma azmini, dizi ve sinema sektörü, Müslümanların neden bu işlere girmekte geç kaldığını, kompleksleri, ezilmişlik duygusunu, köylülüğü, kentliliği ve gençleri bekleyen sert rüzgarları konuştuk. Bu köşede özetini, sitemizde tamamını okuyabileceğiniz bu söyleşiyi pazar günü sabah 10’dan itibaren Yeni Şafak’ın YouTube kanalından da izleyebilirsiniz. Bir de duyuru yapayım; Bir Başka Mesele’de haftaya bilgisayar ve veri bilimcisi Prof. Dr. Sadi Evren Şeker olacak. Kendisi ile yapay zekayı ve insanlar üzerindeki sonuçlarını konuştuk.
Şimdi sözü, Eyüp Gökhan Özekin’e bırakıyorum. “Nedir meselesi?” diye sordum o da anlatmaya başladı:
***
Beni seven insanlar tarafından en çok ‘yapma’ denilen işlerden biriydi (Fatih dizisi) aslında. Daha önce defalarca denendi hem de çok iyi kastlarla, büyük oyuncularla. Büyük yapım şirketleri tarafından. Fakat tutmadı. Profesör Feridun Emecen bizim danışmanlarımızdan. İlk görüşmemizde ‘Mümkünse başka bir iş yapın. Fatih Sultan Mehmet’le ilgili insanların beklentileri çok yüksek’ dedi. Bir sürü insan, ortağım bile ‘abi başka iş yapsak da bu iş yapmasak’ dedi. Biz de kendimizi ve birbirimizi motive etmek için; ‘Otuz küsür defa kuşatılmış İstanbul ama fethedilememiş. Fatih'e nasip olmuş. Belki bu da bize nasip olur’ dedik. Elhamdülillah öyle de oldu.”
Bu insanların çoğu gerçek. Yani bizim dizide canlandırdığımız karakterlerin tarihte gerçek bir karşılığı var. Allah'a iman eden insanlarız, ahirette biz bunlarla karşılaştığımızda mahcup olma ihtimalimiz var. Müslüman adamsan öbür tarafı düşünmek zorundasın. Orada da kendimize bazı hafifletici sebepler bulabiliyoruz. Suçu senariste atıyoruz kendi vicdanımızda. Fatih karakterini güçlendirmek için filanca karakteri düşürmemiz lazımdı dolayısıyla Fatih'in torpilini umuyoruz ahirette. Mesela bizim bir Selçuk Hatun karakteri vardı. Fatih Sultan Mehmet'in halası. Okumalara göre çok düzgün bir kadın. Bizim senaristler kadını hain ettiler. Selçuk Hatun ahirette karşımıza çıkarsa ne diyeceğiz?
Çocukluğumda bir Nejat Uygur tiyatrosunda gitmiştim, çocukları da sınıftaki öğrencilere canlandırıyordu. Orada hiç unutmadığım bir replik var. Bir tanesi diyordu ki diğerleri diğer için; ‘tabii zengin çocuğu ya… Biz ezik büyüdük ya…’ Sürekli onu tekrar ediyor. Çok gereksiz, faydasız hatta çok tehlikeli bir bakış açısı. Bizim de ‘Tabii biz Müslümanız ya, dindarız ya…’ sızlanmasını hala üstümüzden atamadık. Özellikle de bu sektörde ya da akraba sektörde başarılı olmak isteyen arkadaşlar için, ‘Biz dindar olduğumuz için, Müslüman olduğumuz için tabii bizi buralarda barındırmıyorlar’ gibi yaklaşımdan acayip uzak durmalıyız. Hiç kimse senin dindar olmandan dolayı, seni bu sektörde barındırmayacak gibi bir şey yok. Ben AK Parti’liyim. MKYK üyesiyim. Oyuncularımızın çoğu, hayat tarzlarından biliyorum bizim partiye rey vermiyordur. Benim ölçüm nedir, saygısızlık yapıyor mu? Militanlık yapıyor mu? Sosyal medyada saçma sapan şeylere giriyor mu, girmiyor mu? Şimdi sağlıklı insanlar için seküler bir yapımcı ise dindar oyuncu da aynı kategoridedir.
O hanımefendi (Ayşe Barım), menajerlik şirketinin sahibi. Biz ondan hiçbir oyuncu almadık talepte de bulunmadık. O bayağı fanatik biri ideolojik olarak. Bizim de ideolojik motivasyonumuz çok yoğun. Herkesler de çalışırız, herkesle dostluk kurabiliriz. Ama o menajer abla gibiler biraz öyle değiller. ‘Size bir sır vereyim’ diye anlattığım bir şey değil. Ayşe Barım’ı herkes bilir. Hatta bizimle çalışan, çalışmaya başlayan siyasal ve sosyal çevresinden olan insanlara bile, ‘böyle bir iğrenç adamlarla nasıl çalışırsın’ falan lafları etti.
Benim hiçbir mağduriyetim yok. O kim de beni mağdur edecek? Ben bu mağduriyet kısmından rahatsızım. Bizi ancak, kendimiz mağdur ederiz. Yirmi küsür yıldır iktidar olan bir siyasal bölgedeyiz. Artık mağdur olma hakkımız yok. Özgüven eksikliklerimiz ile mağdur olabiliriz. O ablanın beni mağdur etme ihtimali yok da aleyhimizde attı tuttu.
KEMALİZM DOZER GİBİ EZİP GEÇTİ
(Kültürel üretim için) Ekonomik gerekçeler çok önemli. Şimdi ‘derdi maişet’ diye bir şey var. Ay başını denkleştirmeye çalışıyorsun. Köy çocuğusun. Senin rafine zevklere ayıracak paran yok. Senin geçim derdin var. Sonra bakmakla yükümlü olduğun insanlar var. Bir kere birkaç nesil kentli olmak gerekiyor bu işlere motive olmak için. Sen daha yeni gelmişsin kente ve kültürünü daha yeni tanıyorsun. Neden efendim, Kemalist kesim, seküler kesim bu konularda bizden daha ileride de biz daha gerideyiz? Çünkü onlar uzun zamandır Ankara'nın ve İstanbul’un sahipleriydi. İşte siyasal iktidar veya işte askeri vesayet ya da işte bürokratik oligarşi her ne dersiniz deyin. Yakın bir zamana kadar siyasi parti noktasında CHP çok fazla iktidara gelmese de bütün sosyal iktidar bunlardaydı. Sermaye doğrudan doğruya onlarda. Şimdi sen 1930'lardan itibaren Ankara'da yer etmiş bir aileyle 1990'da Ankara'ya, İstanbul'a gelmiş bir ailenin bu konulara ilgisini mukayese edemezsin. Hat sanatları, hilye-i şerifler vesaire… Hep İslami sanatlar. Bunların en büyük koleksiyonerleri bildiğimiz seküler ailelerdir. İşte o çok büyük İstanbul sermayesi dediğimiz aileleridir. Çünkü onların böyle rafine zevkleri ayıracak hem paraları var. Hem bu konulara ilgi duyacak kadar kent kültürüne, kentliliğe adapte olmuşlar. Sen şimdi, Kemalizm üzerinden dozer gibi geçmiş. Kentlerden özellikle İstanbul ve Ankara'dan İslam sökülüp atılmış bir nevi. Türk musikisi yasaklanmış. Eski yazı yasaklanmış. Dindarlık, muhafazakar değerler birçok değerler köye kalmış. O köylü çocuklar işte şimdi büyüyorlar, üniversite okumaya büyük şehirlere geliyorlar. Yeni yeni onların çocukları biraz maddi durumu toparladı. Arabası yoktu bir sürü insanın. Arabası yokken sen bir tabloya bir araba parası veremezsin. Evde anne kızar bir kere.
Dünyada Aile değerleri ile aile karşıtlığı arasında çok ciddi bir savaş var. Çok mayınlı bir arazi. Yarın bir gün, Avrupa'nın, Amerika'nın, Güney Amerika'nın oranın buranın dindarları ile kendi inanç şeyleri ile ittifak edeceğimizi düşünüyorum. Fiili savaşların olacağını düşünüyorum. Family Values (aile değerleri) dedikleri kavram üzerinden. Türkiye'nin de çok özel bir kıvamının olduğunu düşünüyorum. Dünyada bu LGBT ve türevi rüzgarlara, neoliberalizme karşı olanlar aynı zamanda mültecilere de karşı. İşte biraz daha vicdansızlar. Sağcı dedikleri tipler. Daha ırkçı, aynı zamanda İslamofobik, farklılıklara falan hiç saygı duymayan. Onlar da ayrı bir hasta. Bir taraftan da ‘Herkes insan. Herkes eşit, mültecilere de yazık’ diyenler de özellikle Avrupa'da, onlar da LGBT aktivisti. Sadece Türkiye ve Tayyip Erdoğan'ın temsil ettiği siyasi çizgi hem mültecilere sahip çıkıyor hem LGBT faşizmine karşı duruyor. Hem farklılıkları problem etmiyor ve herkese kucak açıyor hem de bir LGBT olmamayı kabahat olarak gören bu yeni sol liberal rüzgarlar karşısında direniyor. Bu sadece Türkiye’de var. O yüzden Türkiye’nin bu iki kamp arasındaki soylu ve organik duruşu özellikle çok önemli. Bizim fabrika ayarlarımız. Kendimizi sıkarak, kendimizi programlayarak böyle olmadık. Bizim medeniyetimiz böyleydi zaten O yüzden çok umutluyum. İşte çocukları kaptırmamak lazım bu rüzgarlara. Yoksa bizim çocuklar bizden iyi olacaklar.
Bekir Develi: Gel benim izleyicime küfret de görelim
Türk dizi sektörünün 2024'teki ihracat geliri 500 milyon doları aştı
Dizi film sektöründe korku imparatorluğu: Tekelleşme soruşturması ortaya çıkardı
Şimdi sözü, Eyüp Gökhan Özekin’e bırakıyorum. “Nedir meselesi?” diye sordum o da anlatmaya başladı:
***
‘DİZİSİ DE BELKİ BİZE NASİP OLUR DEDİM’

Beni seven insanlar tarafından en çok ‘yapma’ denilen işlerden biriydi (Fatih dizisi) aslında. Daha önce defalarca denendi hem de çok iyi kastlarla, büyük oyuncularla. Büyük yapım şirketleri tarafından. Fakat tutmadı. Profesör Feridun Emecen bizim danışmanlarımızdan. İlk görüşmemizde ‘Mümkünse başka bir iş yapın. Fatih Sultan Mehmet’le ilgili insanların beklentileri çok yüksek’ dedi. Bir sürü insan, ortağım bile ‘abi başka iş yapsak da bu iş yapmasak’ dedi. Biz de kendimizi ve birbirimizi motive etmek için; ‘Otuz küsür defa kuşatılmış İstanbul ama fethedilememiş. Fatih'e nasip olmuş. Belki bu da bize nasip olur’ dedik. Elhamdülillah öyle de oldu.”
KARAKTERLERE AHİRETTE MAHCUP OLABİLİRİZ

Bu insanların çoğu gerçek. Yani bizim dizide canlandırdığımız karakterlerin tarihte gerçek bir karşılığı var. Allah'a iman eden insanlarız, ahirette biz bunlarla karşılaştığımızda mahcup olma ihtimalimiz var. Müslüman adamsan öbür tarafı düşünmek zorundasın. Orada da kendimize bazı hafifletici sebepler bulabiliyoruz. Suçu senariste atıyoruz kendi vicdanımızda. Fatih karakterini güçlendirmek için filanca karakteri düşürmemiz lazımdı dolayısıyla Fatih'in torpilini umuyoruz ahirette. Mesela bizim bir Selçuk Hatun karakteri vardı. Fatih Sultan Mehmet'in halası. Okumalara göre çok düzgün bir kadın. Bizim senaristler kadını hain ettiler. Selçuk Hatun ahirette karşımıza çıkarsa ne diyeceğiz?
‘DİNDARIZ YA ONDAN’ SIZLANMASINI BIRAKALIM

Çocukluğumda bir Nejat Uygur tiyatrosunda gitmiştim, çocukları da sınıftaki öğrencilere canlandırıyordu. Orada hiç unutmadığım bir replik var. Bir tanesi diyordu ki diğerleri diğer için; ‘tabii zengin çocuğu ya… Biz ezik büyüdük ya…’ Sürekli onu tekrar ediyor. Çok gereksiz, faydasız hatta çok tehlikeli bir bakış açısı. Bizim de ‘Tabii biz Müslümanız ya, dindarız ya…’ sızlanmasını hala üstümüzden atamadık. Özellikle de bu sektörde ya da akraba sektörde başarılı olmak isteyen arkadaşlar için, ‘Biz dindar olduğumuz için, Müslüman olduğumuz için tabii bizi buralarda barındırmıyorlar’ gibi yaklaşımdan acayip uzak durmalıyız. Hiç kimse senin dindar olmandan dolayı, seni bu sektörde barındırmayacak gibi bir şey yok. Ben AK Parti’liyim. MKYK üyesiyim. Oyuncularımızın çoğu, hayat tarzlarından biliyorum bizim partiye rey vermiyordur. Benim ölçüm nedir, saygısızlık yapıyor mu? Militanlık yapıyor mu? Sosyal medyada saçma sapan şeylere giriyor mu, girmiyor mu? Şimdi sağlıklı insanlar için seküler bir yapımcı ise dindar oyuncu da aynı kategoridedir.
AYŞE BARIM’I HERKES BİLİYORDU

O hanımefendi (Ayşe Barım), menajerlik şirketinin sahibi. Biz ondan hiçbir oyuncu almadık talepte de bulunmadık. O bayağı fanatik biri ideolojik olarak. Bizim de ideolojik motivasyonumuz çok yoğun. Herkesler de çalışırız, herkesle dostluk kurabiliriz. Ama o menajer abla gibiler biraz öyle değiller. ‘Size bir sır vereyim’ diye anlattığım bir şey değil. Ayşe Barım’ı herkes bilir. Hatta bizimle çalışan, çalışmaya başlayan siyasal ve sosyal çevresinden olan insanlara bile, ‘böyle bir iğrenç adamlarla nasıl çalışırsın’ falan lafları etti.
BİZİM MAĞDUR OLMA HAKKIMIZ YOK
Benim hiçbir mağduriyetim yok. O kim de beni mağdur edecek? Ben bu mağduriyet kısmından rahatsızım. Bizi ancak, kendimiz mağdur ederiz. Yirmi küsür yıldır iktidar olan bir siyasal bölgedeyiz. Artık mağdur olma hakkımız yok. Özgüven eksikliklerimiz ile mağdur olabiliriz. O ablanın beni mağdur etme ihtimali yok da aleyhimizde attı tuttu.
KEMALİZM DOZER GİBİ EZİP GEÇTİ
(Kültürel üretim için) Ekonomik gerekçeler çok önemli. Şimdi ‘derdi maişet’ diye bir şey var. Ay başını denkleştirmeye çalışıyorsun. Köy çocuğusun. Senin rafine zevklere ayıracak paran yok. Senin geçim derdin var. Sonra bakmakla yükümlü olduğun insanlar var. Bir kere birkaç nesil kentli olmak gerekiyor bu işlere motive olmak için. Sen daha yeni gelmişsin kente ve kültürünü daha yeni tanıyorsun. Neden efendim, Kemalist kesim, seküler kesim bu konularda bizden daha ileride de biz daha gerideyiz? Çünkü onlar uzun zamandır Ankara'nın ve İstanbul’un sahipleriydi. İşte siyasal iktidar veya işte askeri vesayet ya da işte bürokratik oligarşi her ne dersiniz deyin. Yakın bir zamana kadar siyasi parti noktasında CHP çok fazla iktidara gelmese de bütün sosyal iktidar bunlardaydı. Sermaye doğrudan doğruya onlarda. Şimdi sen 1930'lardan itibaren Ankara'da yer etmiş bir aileyle 1990'da Ankara'ya, İstanbul'a gelmiş bir ailenin bu konulara ilgisini mukayese edemezsin. Hat sanatları, hilye-i şerifler vesaire… Hep İslami sanatlar. Bunların en büyük koleksiyonerleri bildiğimiz seküler ailelerdir. İşte o çok büyük İstanbul sermayesi dediğimiz aileleridir. Çünkü onların böyle rafine zevkleri ayıracak hem paraları var. Hem bu konulara ilgi duyacak kadar kent kültürüne, kentliliğe adapte olmuşlar. Sen şimdi, Kemalizm üzerinden dozer gibi geçmiş. Kentlerden özellikle İstanbul ve Ankara'dan İslam sökülüp atılmış bir nevi. Türk musikisi yasaklanmış. Eski yazı yasaklanmış. Dindarlık, muhafazakar değerler birçok değerler köye kalmış. O köylü çocuklar işte şimdi büyüyorlar, üniversite okumaya büyük şehirlere geliyorlar. Yeni yeni onların çocukları biraz maddi durumu toparladı. Arabası yoktu bir sürü insanın. Arabası yokken sen bir tabloya bir araba parası veremezsin. Evde anne kızar bir kere.
AİLE DEĞERLERİ İÇİN SAVAŞLAR ÇIKACAK
Dünyada Aile değerleri ile aile karşıtlığı arasında çok ciddi bir savaş var. Çok mayınlı bir arazi. Yarın bir gün, Avrupa'nın, Amerika'nın, Güney Amerika'nın oranın buranın dindarları ile kendi inanç şeyleri ile ittifak edeceğimizi düşünüyorum. Fiili savaşların olacağını düşünüyorum. Family Values (aile değerleri) dedikleri kavram üzerinden. Türkiye'nin de çok özel bir kıvamının olduğunu düşünüyorum. Dünyada bu LGBT ve türevi rüzgarlara, neoliberalizme karşı olanlar aynı zamanda mültecilere de karşı. İşte biraz daha vicdansızlar. Sağcı dedikleri tipler. Daha ırkçı, aynı zamanda İslamofobik, farklılıklara falan hiç saygı duymayan. Onlar da ayrı bir hasta. Bir taraftan da ‘Herkes insan. Herkes eşit, mültecilere de yazık’ diyenler de özellikle Avrupa'da, onlar da LGBT aktivisti. Sadece Türkiye ve Tayyip Erdoğan'ın temsil ettiği siyasi çizgi hem mültecilere sahip çıkıyor hem LGBT faşizmine karşı duruyor. Hem farklılıkları problem etmiyor ve herkese kucak açıyor hem de bir LGBT olmamayı kabahat olarak gören bu yeni sol liberal rüzgarlar karşısında direniyor. Bu sadece Türkiye’de var. O yüzden Türkiye’nin bu iki kamp arasındaki soylu ve organik duruşu özellikle çok önemli. Bizim fabrika ayarlarımız. Kendimizi sıkarak, kendimizi programlayarak böyle olmadık. Bizim medeniyetimiz böyleydi zaten O yüzden çok umutluyum. İşte çocukları kaptırmamak lazım bu rüzgarlara. Yoksa bizim çocuklar bizden iyi olacaklar.
Bekir Develi: Gel benim izleyicime küfret de görelim
Türk dizi sektörünün 2024'teki ihracat geliri 500 milyon doları aştı
Dizi film sektöründe korku imparatorluğu: Tekelleşme soruşturması ortaya çıkardı