Gizemli ilham perisi İstanbul

Elizabet

Administrator
Yönetici
Katılım
Ocak 16, 2025
Mesajlar
278,610
Tepkime puanı
0
Emrah KOLUKISA

Meşher’deki Hikâye İstanbul’da Geçiyor başlıklı sergi ziyaretçileri batılı aydınların İstanbul’a dair algısı üzerine düşünmeye sevk ediyor her şeyden önce. Ömer M. Koç’un ucağı bucağı belirsiz kitap koleksiyonundan derlenen bu seçkide neredeyse 500 yıl geriye kadar uzanan bir yelpazeyle karşı karşıyayız. Serginin şık kataloğunda bir giriş yazısı (“Bir Kütüphanenin Merceğinden İstanbul”) kaleme alan Zeynep Çelik haklı olarak serginin kitabı bir nesne olarak ön plana çıkardığını söylüyor. Sergiyi gezip de bu görsel sunumdan etkilenenlerin bir sonraki adım olarak orada gördükleri kitapları okumaları, hatta belki o kitaplardan uyarlanan filmleri izlemeleri ve böylece serginin gerisinde yattığı hissedilen tezi de anlamaya çalışmaları elzemmiş gibi duruyor elbette. Tabii şimdiye kadar çoktan okumamışlarsa…

ODAKTA KİTAPLAR VAR​


Serginin ana odağı kitaplar elbette. Çağlar boyunca sayısız şair, seyyah ve romancı İstanbul’u ziyaret etmiş ve doğaldır ki etkilenmiş. Kimileri eserlerinde İstanbul’u sadece dekor olarak kullanırken kimileri de hikâyenin ana unsurlarından biri olarak ele almışlar. Tabii şehirle birlikte, çeşitli mekânlar (Kapalı Çarşı, Ayasofya, Boğaziçi vb…) ve çeşitli karakterler de (çoklukla batılılara gizemli ve çekici gelen kadınlar, cariyeler…) sıklıkla bu eserlerde karşımıza çıkıyor. Sergiyi gezerken bunları da görüyorsunuz elbette ve batılı sanatçıların (ki bunların bir kısmı aynı zamanda Osmanlı ya da Türkiye’de görevli memurlar, diplomatlar ve onların eşleri) İstanbul’da hangi ilişkileri kurduğu ya da Türklerle hangi ortamlarda nasıl bir araya geldiklerini görüyor, o dönemin gündelik hayatına dair önemli ipuçlarına da ulaşıyorsunuz.

AFİŞLER, OYUNCAKLAR...​


Şeyda Çetin ve Ebru Esra Satıcı’nın küratörlüğünü üstlendiği Hikâye İstanbul’da Geçiyor’u gezerken, ne yalan söyleyeyim, tanıdık birçok kitabın yanı sıra, yıllardır neden radarıma yakalanmamış dediğim kitaplara da rastladım. Tabii ki serginin oryantalist tartışmalardan azade bir bakışla gezilmesi pek mümkün değil. İstanbul özellikle batılı sanatçılar ve seyyahlar için öncelikle egzotik çağrışımlarıyla ön plana çıkıyor ve anlatılan hikâyelerin de (serginin başlığına atıf yapmak gerekirse, burada ‘geçen’ hikâyeler diyelim) Edward Said’in görece kısa bir süre önce yaygın kullanıma soktuğu şekliyle oryantalist bakış açısına sahip olduğunu görüyorsunuz. Bu artık biraz fazlaca kolay ve neredeyse yüzeysel bir yorum olmuş durumda. Batılı aydınların topunu oryantalist yaftasıyla aynı torbaya doldurmak mümkün ve belki çok da yanlış değil ama bu indirgemeci bakış yüzyıllardır yaratılmış nice sanat eserinin de harcanması anlamına gelmiyor mu? Yanıtı kendiniz verin ama eserleri de özümseyerek, onların keyfini çıkararak. Çok şey mi istiyoruz?

gizemli-ilham-perisi-istanbul.jpg

Hikâye İstanbul’da Geçiyor’un küratörleri Şeyda Çetin ve Ebru Esra Satıcı

İki kata yayılan sergide kitaplardan başka, o kitaplardan hareketle çekilmiş filmlere (“Topkapı”, “Orlando”, “From Russia With Love”, “The Adventures of Baron Munchausen”, “Three Thousand Years of Longing” ve benim en kıymetli gördüklerimden Alain Robbe-Grillet’nin sineromanı “Limmortelle”in de aralarında olduğu pek çok örnek), o filmlerin afişlerine ve lobi fotoğraflarına (eskiden böyle fotoğraflar olurdu sinema lobilerinde, gençler bilmez maalesef), ressamların tablolarından örneklere ve çizgi romanlara dek çok fazla malzeme var. Dahası çok güzel oyuncaklar ve oyunlar (yapbozlar, kutu oyunları, vb), porselen figürler (bir tanesinde Sultan Abdülmecit, Kraliçe Victoria ve İmparator 3. Napoleon el ele duruyor), haritalar, karikatürler ve çok sayıda gazete küpürü ile sanatçıların müsveddeleri de var. Ciddi bir merakınız varsa tüm bunları tek tek incelemek 3-4 saatinizi alacak.

Son olarak Pierre Loti’ye de değinelim, zira sergide de en büyük yer kendisine ayrılmış desek yalan olmaz. Onun özellikle “Aziyadé” adlı romanı çokça tartışmanın odağında olmuş ve Nâzım Hikmet, Peyami Safa, Vâlâ Nureddin gibi isimler onu farklı şekillerde yorumlamış (Nâzım Hikmet’e göre bir ‘şarlatan’, ‘domuz bir burjuva’, Peyami Safa’ya göre ülkeyi küçük gösteren bir ‘Eyüp Sultan edebiyatçısı’, Vâlâ Nureddin’e göreyse ‘kara gün dostu’). Doğrusu Pierre Loti’nin asıl adı Hatice olan Çerkez güzeline umarsızca âşık olduğu ve bu aşkı hayatı boyunca unutamadığıdır, Nâzım’ın dediğinin aksine. Şarka bakışı muhtemeldir ki batılı hoyratlıktan etkilenmiştir ama kötü niyetli bir yaklaşıma sahip olduğunu iddia etmek çok da hakkaniyetli olmaz sanki. Yine de karar sizin, sergiyi gördükten ve Loti’nin eserlerini okuduktan sonra elbette.

Tasarım ve uygulamasını Meşher Direktörü Nilüfer H. Konuk’un üstlendiği sergi, 13 Temmuz’a kadar ziyaret edilebilecek.

gizemli-ilham-perisi-istanbul-1.jpg

Meşher Direktörü Nilüfer H. Konuk
 
Üst