Hakkı Özdal: Muhalefeti bölme stratejisi

Elizabet

Administrator
Yönetici
Katılım
Ocak 16, 2025
Mesajlar
318,239
Tepkime puanı
0
Yusuf Tuna Koç

HDK ve TÜSİAD operasyonları ile iktidarın baskı dalgasının hız kazandığı bir haftayı geride bırakıyoruz. Önce TÜSİAD başkanı Orhan Turan ve Ömer Aras, Erdoğan’ın “Haddinizi bileceksiniz” açıklamasının peşi sıra gözaltına alındı. Uzun yıllardır iktidarla gerilimli ilişkisi kimi gündemlerde somutlaşan TÜSİAD ve temsil ettiği sermaye kesimleri, ilk kez bu kadar sert bir karşılığa maruz kaldı.

Ardından, İstanbul merkezli düzenlenen HDK operasyonuyla sosyalist partilerden, muhalif gazeteci ve sanatçılardan 52 kişi gözaltına alındı. Cuma akşamı itibariyle gözaltına alınanların 30’u tutuklandı. Operasyonun arka planında, 12 yıl öncesine dayanan dinleme ve konuşmalar yer alıyor, savcılık, kurulmasından on yıldan fazla süre geçtikten sonra HDK’nın “terörle iltisaklı” bir alternatif meclis olduğuna hükmetti! İktidar bir taraftan Bahçeli eliyle çözüm süreci sürdürülürken, İmralı heyeti Avrupa’dan orta doğuya süreç için görüşmeler yaparken muhalefete yönelik baskı dalgası da aynı hızla yükselmeye devam ediyor.

Yaşanan son gelişmeleri, gazeteci Hakkı Özdal ile konuştuk.

Sosyalist partilerin hedef alındığı İstanbul merkezli HDK operasyonu, özellike süregiden çözüm süreci tartışmalarıyla birlikte konuşuluyor. İktidarın bu dönemdeki ikili stratejisini nasıl yorumlamak gerek, bu bir çelişki mi yoksa Ortadoğu planını da içeren tutarlı bir hamle mi?

Hakkı Özdal:
Pek çok kişi, anlaşılabilir nedenlerle, mevcut tabloyu “çelişkili” buluyor. Dolayısıyla, olup bitenler “ikili bir strateji” gibi de görünüyor. Oysa iktidarın birbirine zıt nitelikte iki ayrı siyasal ajanda izlediği ve hatta buna bakarak iktidar yapısı içerisinde “görüş ayrılıkları” olduğu yönünde bir değerlendirme yapmak doğru değil kanımca. Siyasal nitelikli yargı operasyonlarıyla yine siyasal nitelikli “süreç”, ikili görünümü doğru olmakla birlikte, tek bir iradenin ürünü.

Bunun için belki öncelikle isim koymakta zorlanılan sürecin ortaya çıktığı koşulları hatırlamakta yarar var. Ekim ayında MHP lideri Bahçeli aracılığıyla ve Meclis’te böyle bir sürecin ilk tohumları atıldığında Suriye’de Esad iktidarı ve bunun etrafındaki uluslararası statüko sürüyordu. Yaz boyu Erdoğan’ın, Esad yönetimiyle temasa geçme konusunda kimi zaman açık kimi zaman daha örtük çabalarına tanık olmuştuk. Bu çabalar bir sonuç vermemişti. Geriye doğru bakınca anlaşılıyor ki Suriye sahasındaki müstakbel hareketlilik nedeniyle bazı politikalar geliştirilmiş; oradaki çeşitli ihtimaller göz önünde bulundurulmuş. Kürt siyasal aktörlere yönelik jestler ve çağrılar da esasen Suriye sahasına yönelik olarak gündeme gelmiş. Bu elbette iç siyaseti ve orada yol açacağı sonuçları hesap etmeyen bir adım değildir; orada da bazı faydalar umulmaktadır.

Yani esasen Suriye Kürtlerinin politik varlığına ilişkin bir hisse edinme ya da orada “özerk” bir hissenin ortaya çıkmasına engel olma çabası belirleyici görünüyor. İç siyasette ise bu hamle muhalefeti parçalamaya dönük genel stratejinin bir parçası olarak faydalı bulunmuş olmalı. “Çözüm süreci” kavramının toplumsal hafızadaki yerinin iktidar için bir handikap oluşturmak yerine muhalefeti parçalayan bir çapağa dönüştürülmesi hedeflerden biridir. Tüm belirsizliğine ve öne sürülen aktörlere duyulan güvensizliğe rağmen, Kürt halkının neredeyse yarım asra yaklaşan barış talebi ve temennisi nedeniyle Kürt siyasetçilerin kategorik olarak reddetmesi kolay olmayan bir “hayalet süreç”, muhalefetin çok parçalı ve bazı yanlarıyla birbirine benzemez saflarında ayrışma yaratır diye hesap edilmiş olmalı. Zira bu “benzemezlikler” özellikle yerel seçimlerde iktidar adaylarının mağlup edilmesinin önünde engel olmamıştı. Operasyonların da yerel seçimlerde Kürt siyaseti ile ana muhalefetin bir ortaklaşmaya gittiği noktalarda yoğunlaşması bunu teyit ediyor.

Toparlayarak söyleyecek olursak, sözde yeni süreç ile siyasal nitelikli operasyonlar çelişkili değildir. Gerek Ortadoğu ve bölge siyasetinde, gerekse doğrudan iç siyasette rejimin pozisyonlarını tahkim etmeyi ve karşı pozisyonları tahrik ve tahrip etmeyi amaçlayan bileşik bir strateji kapsamında görünmektedir.

SOSYAL İTİRAZI BASTIRMA HAMLELERİ​


Tüm bunların fonunda da elbette, ekonomik alanda yaşanan ve özellikle ücretli emek aleyhine gelişen sert kırılmalar vardır. Şimşek programının artık somut olgulara dönüşmüş olan sonuçları, enflasyonu düşürmek adına yapılan tüm icraatın yalnızca ve keskin şekilde ücretleri eritmesi, bunun karşısında enflasyon ve temel ihtiyaçlar konusundaki aşarı pahalılığın aynen devam etmesi, iktidarın geniş emekçi yığınlarla arasındaki bağları iyiden iyiye koparıyor. 2024’teki yerel seçimin sonuçları bu kopuşun en açık belirtilerinden biriydi. Ama seçim sonuçlarından öte, ücretli emeğin saflarında yaşanan huzursuzluk ve itirazlar, yaz boyu tarımsal alanda küçük üreticilerin yıllar sonra ilk kez eyleme geçmesine neden olan çıkmazlar, metal işkolunda yasaklara rağmen süren ve kazanımlar elde eden grevler, kamu sektöründe yüz binlerce işçinin yaklaşan toplu sözleşmesi iktidarı tedirgin etti, ediyor. Son olarak Antep’te, ücretler, sosyal güvenlik ve iş güvenliği açısından en ağır koşullarda çalışan tekstil işçileri arasında çalı yangını gibi yayılan direnişler, başta işçi sınıfı olmak üzere geniş bir planda sosyal itirazların yükseleceğinin görülmesi, yargı destekli siyasal zorun düzeyini artırıyor. Antepli işçilerin önderi sendikacı Mehmet Türkmen’in tutuklanması, BirGün emekçilerine yönelik baskılar ve son olarak operasyonların sosyalistleri de hedef alması doğrudan bu sosyal-siyasal ortamla ilgili. Toplumsal sorunları emek-sermaye çelişkisinde gören kesimlerin hedef alınması tesadüf değildir. Ve koşullar bu saldırıların süreceğine işaret etmektedir.

SERMAYEYLE HESAPLAŞMA SONLANMADI​


TÜSİAD ile girilen tartışma son olarak Turhan ve Aras’ın gözaltına alınmasıyla boyut atladı. Geçmişten beri TÜSİAD/MÜSİAD ayrımı üzerinden iktidar ile bir gerilim olduğu yorumları yapılırdı, şimdi böyle bir hamle doğrudan sermaye sınıfı temsilcileri ile iktidar arasında bir çatışmaya mı işaret ediyor, yaşananları rejim açısından yeni bir gelişme olarak mı ele almak gerekir?

TÜSİAD yöneticilerine yönelik soruşturma ve adli muamele, büyük sermayeyle siyasal gücü elinde bulunduran kesimler arasındaki bir “müzakere” kapsamında görülebilir. Büyük emperyalist ABD’deki Trump yönetiminin küresel siyasette yol açtığı çalkantılar, Ankara’daki rejime bu açıdan bazı fırsatlar yakaladığını düşündürüyor olmalı. Bu arada büyük sermaye haritasında da bazı değişimler olduğunu, çeyrek asra varan AKP iktidarının bu alanda da bazı fiziki ve siyasal değişimlere yol açtığını göz ardı etmemek gerekir. Büyük sermayenin karargâhına bu cürette ve ölçekte bir hamlenin, doğrudan bu sermaye kesimi arasındaki ayrışmaları da kışkırtmayı hedefleyebileceği göz ardı edilmemeli. Orhan Turan ve Ömer Aras’a yapılan muamelenin ardından sermaye çevrelerindeki büyük suskunluk, oradaki “hesaplaşmanın” henüz son aşamaya gelmediğini gösteriyor. Bu konuda mevcut koşullarda güvenle söyleyebileceğim tek şey şu: Tek tek kişilerden öte, politik olarak büyük sermaye temsilcilerinin söylem ve eylemlerinden Türkiye’nin demokratik gelişimine herhangi bir katkı beklememek gerekir. 12 Eylül ve bizzat AKP iktidarı bunun kanıtıdır.

İktidarın cebinde havuç kalmadı
İktidarın cebinde havuç kalmadı
 
Üst