- Katılım
- Ocak 16, 2025
- Mesajlar
- 318,239
- Tepkime puanı
- 0
Politika Kolektifi
Meclis siyasetinin 2024’ün yaz aylarında iki önemli gündemi vardı. Birincisi CHP lideri Özgür Özel’in başlattığı AKP ile “normalleşme” süreci diğeri de Cumhur İttifakı’nın ağzından düşürmediği “iç cephe” çağrısı.
İki başlık bugün gündem olmaktan uzaklaşsa da sonuçlarıyla yüzleşiyoruz. Özellikle Suriye’de HTŞ’nin Şam’a girmesi ve yönetime el koymasıyla birlikte yaşanan gelişmelerin ardından AKP cephesinden gelen açıklamalarla “iç cephe” meselesinden neyi kastettiklerini anlamış olduk. Ankara’nın alkışlarla karşıladığı HTŞ ve Suriye’ye geçmeden bugün her kesimin farklı tarif ettiği ama en genel anlamıyla “yeni süreç” diyebileceğimiz Bahçeli’nin Öcalan açılımına bakmakta fayda var. Tabi buraya nasıl geldiğimizi hatırlayarak.
***
İmralı Heyeti’nin ikinci tur görüşmelerinin ardından, artık A. Öcalan’ın “silah bırakma” çağrısı bekleniyor. Bu beklentinin gölgesinde kayyumlardan son olarak Halkların Demokratik Kongresi’ne (HDK) yönelik operasyonlarla baskılar da sistematik olarak sürdürülüyor.
Bahçeli’nin kapısını açtığı bu sürece yönelik pek çok tartışma sürüp gidiyor. Ancak bu birkaç aylık hızlandırılmış süreç boyunca aktörlerin ortaya koydukları, aşağı yukarı nelerin olabileceğine ilişkin kimi ön değerlendirmelere imkân tanıyor.
Birincisi, en başta Bahçeli’nin dile getirerek sonrasında da ısrarla üzerinde durduğu üzere bir çözüm sürecinde değiliz. İmralı Heyeti de hatırlanırsa birkaç kez “çözüm ve barışın birbirinden ayrılması gerektiği” konusuna vurgu yaptı.
Bu anlamda Kürt sorununun demokratik çözüm yollarına ilişkin demokratik yollar ve süreçlere ilişkin bir beklenti son derece yanıltıcı olacağı açık.
***
Yeni sürecin kırılma noktalarından birisi Suriye oldu. 2013-15 çözüm süreci büyük oranda yine tam da bu noktada çökmüştü. Kürt hareketinin Suriye’de inisiyatif kazanmasıyla başlayan süreç, içerde AKP’nin iktidar kaybıyla birleşerek savaşa uzanacak yeni bir sürece evrilmişti. Türkiye bu savaşın yarattığı kaos ve karanlık içinde AKP ve MHP ittifakı üzerinden tek adam rejimine geçti. Uzun zamandır da Suriye’den içeriye uzanan bir savaş konsepti içinde rejim sürdürüldü.
Suriye’de rejimin yıkılması ile girilen yeni dönem, Bahçeli açılımının da kaynaklarından birisi olarak görülebilir. İçerde rejimi sürdürmekte zorlanan AKP-MHP ikilisi, Suriye’de cihatçı HTŞ liderliğinde oluşan yeni durumu rejimi ayakta tutmanın fırsatı olarak gördü. Bu kuşkusuz Kürt hareketinin kazandığı geniş inisiyatif alanının, ABD’den İsrail’e uzanan ittifak imkânlarının da farkında olarak yapılan bir ittifak önerisine dönüştü. Projeye yönelik “devlet aklı” göndermesi de daha çok bu risklerin bertaraf edilmesi yönlü değerlendirmelerden ileri geliyor. Kürt hareketinin kimi yöneticilerinin Bahçeli’de bulduğu bilgeliğin kaynağında da bu var.
Bu da aslında hiç de yeni olmayan. 1991 Körfez Krizi’nde ilk kez Özal tarafından, “bir koyup üç alma” adı altında Musul ve Kerkük’ü işaret eden bir ultra-milliyetçi ve fetihçi yaklaşımın bir ifadesi. Benzerini 2013-15 döneminde de Suriye ve Ortadoğu üzerinden yeni-Osmanlıcılık olarak gördüğümüz bu durum, şimdi de Kürt-Türk ittifakı olarak ifade ediliyor.
***
Amerikan planı doğrultusundaki bu yönelimin asıl önemli yanı ise içerde rejimi sürdürmenin anahtarı olarak görülmesi. AKP ve MHP’nin uzun zamandır toplumsal desteklerini kaybetti. Artık toplumu rızaya dayalı yönetmek imkânsızlaştığı ölçüde toplumun farklı kesimleri susturulmaya, baskı dozu artırılarak yönetilmeye çalışılıyor. Rejimin bu kırılgan eşiği sadece baskı ile aşabilmesi ise imkânsız.
Onun için de muhalefet güçlerinin pasifize edilmesi, ayakta kalmanın tek yolu olarak öne çıkıyor. Suriye üzerinden oluşan bu yeni durumda, Kürt hareketi ile rejim arasındaki ilişki ve mesafe yeniden tanımlanmaya bu yolla Erdoğan’a ömür boyu başkanlık yolunu açacak bir imkân yaratılmaya çalışılıyor. Erdoğan ve Bahçeli’nin evdeki hesaplarının bu olduğu açık… Kimse ülkenin bu ikili eliyle demokratikleşeceğini iddia edecek kadar aklını kaybetmediğine göre başka bir amaçları da olamayacağı ortada… Bu hesabın tutup tutmayacağı, hangi süreçlerden geçileceği ise bir mücadele konusu olmaya devam edecek.
Süreç meclis’in yeni yasama açılış günü olan 1 Ekim tarihinde MHP lideri Devlet Bahçeli’nin DEM eş başkanlarıyla tokalaşamasıyla başladı. Hatırlanacağı üzere Bahçeli hemen ertesi gün gazeteci Sinan Burhan’a yaptığı açıklamada DEM Partililerle el sıkışma kararını Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Genel Kuruldaki konuşmasından sonra aldığını açıklamıştı. Yine hatırlanacağı gibi Erdoğan konuşmasında İsrail’in bir sonraki hedefinin Türkiye olacağını iddia etmiş ve “iç cephenin güçlendirilmesi” çağrısında bulunmuştu. Yani Bahçeli “çağrının gereğini yaptım” diyordu. Bahçeli’nin hamlesi hiç kuşkusuz DEM Parti grubunda beklenmiyordu ama yine de çabuk uyum sağladılar denilebilir. DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Koçyiğit, "Dünkü tokalaşmanın siyasetin doğası gereği olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Şimdiye kadar olmaması zaten yanlıştı" yorumunu yaptı. Tuncer Bakırhan ise aynı günlerde konuşulan yeni anayasa için “Müzakereye varız ama olmuyorsa mücadeleye de varız” diyordu. Bahçeli tarafından yapılacak Öcalan çağrısından önce 13 Ekim tarihinde DEM Parti’nin "Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa çözüm" mitingini de not etmekte fayda var. Bu inişli çıkışlı devam edecek ilişkininden ilk habercisiydi.
Bahçeli’nin 22 Ekim tarihinde Meclis grubunda yaptığı “Öcalan gelsin DEM grubunda konuşsun. Bu işin bittiğini açıklasın” diyerek tamamladığı cümle artık meselede ilerleme kaydedildiğine ve başka bir noktaya doğru evrildiğine de işaret etmişti. Bu açıklama sonrası DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatımoğulları, “Sayın Bahçeli’nin bugün yaptığı açıklamada ifade ettiği gibi tecridin bir an önce kaldırılması ve Sayın Öcalan ne konuşacaksa kendi dilinden duymamız gerekiyor” diyerek temkini elden bırakmazken CHP’li Özel, “Görülüyor ki kapalı kapılar ardında birtakım müzakereler yürütülüyor” diyordu. Erdoğan yaklaşık bir hafta Bahçeli’nin çağrısına sessiz kaldı. Hatta “aralarında çatlak var” diyenler oldu. Ama 30 Ekim günü Erdoğan, konuşulanların aksine Bahçeli’ye tam destek verdi. Erdoğan, Bahçeli için "gerçek milliyetçiliğin ne olduğunu gösterdi" dedi. Erdoğan, "Kürt sorunu" demeden "Bu meseleyi ülke gündeminden çıkararak, 40 yıllık siyasi hayatımızı taçlandırmak niyetindeyiz" açıklamasını yaptı. Bu da Fidan’dan Kalın’a oradan Erdoğan’a kadar herkesin onay verdiği bir yeni döneme işaret ediyor.
Bahçeli’nin ısrarlı Öcalan çağrıları bir anlamda Öcalan görüşmeleri için DEM heyetinin oluşmasıyla yanıt bulmuş oldu. Çok faklı isimler telaffuz edilse de bir önceki çözüm sürecinin iki figürü Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan heyete giren isimler oldu. Heyetin oluşması tüm sisin dağılmasına yetmedi. Özellikle Erdoğan’ın çok fazla konuşmaması, Esenyurt başta olmak üzere kayyum ve baskı siyasetinin devam etmesi DEM Parti içinde soru işaretlerinin devam etmesine yol açtı. Nitekim Parti Meclisinin yayımladığı sonuç metninde, "Çözüm tartışmalarının yeniden gündeme gelmesi olumludur ancak geçmişteki ‘teslim alma’ söylemlerinin yeniden dillendirilmesinin çözüme katkı sunmayacağı açıktır" denilerek tereddütlerini de dile getirmiş oldular. “O günlerde CHP ne diyordu?” diye merek edenler için şu söylenebilir ki yine AKP ve MHP arasında çatlak arıyordu: "Bir gizli görev dağılımı olduğu ortada. Artık sözcünün görevi bitmiştir. Erdoğan çıkıp bu millete bir açıklama yapmak zorundadır. Bahçeli’yi sözcü kılma, ne diyorsan sen söyle."
Heyetin İmralı ziyareti ha bugün ha yarın derken yeni yıldan hemen önce 28 Aralık günü gerçekleşti. Görüşme sonrası heyet açıklama yapmazken Öcalan’dan ilk irade beyanı kamuoyu ile paylaşıldı. Öcalan uzun yıllardır tekrar ettiği gibi TürkKürt kardeşliğinin önemine vurgu yaparken dönemsel hesaplara takılmadan sürece katkı yapılmasını önerdi. Abdullah Öcalan’ın “Gazze ve Suriye’de yaşanan hadiseler göstermiştir ki, dışarıdan müdahalelerle kangrenleştirilmeye çalışılan bu sorunun çözümü artık ertelenemez bir hal almıştır” sözü tartışmanın merkezinin neresi olduğunu gösteresi açısından da önemliydi. “Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim” diyerek heyetin kendi adına görüşmeleri sürdüreceği bilgisini de verdi.
DEM heyeti Ahmet Türk’ün katılımıyla üç kişiye çıkarken ilk görüşme 2 Ocak günü Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş ve MHP lideri Devlet Bahçeli ziyareti ile başladı. DEM Parti aynı gün MHP lideri Bahçeli’yi Meclis’teki makamında ziyaret etti. Bahçeli, DEM Parti heyetini kapıda karşıladı. Ahmet Türk ve Sırrı Süreyya Önder, Bahçeli ile görüşmenin samimi ve faydalı olduğunu belirtti. Heyet 6 Ocak günü Gelecek Parti, AKP ve Saadet Partisi ile görüştü. AKP görüşmesinde Erdoğan yoktu. Bununla birlikte AKP adına görüşmede bulunan isimler Erdoğan’a detaylı bilgi verileceğini aktardı. DEM heyeti 7 Ocak tarihinde CHP, DEVA, YRP ile görüştü. CHP görüşmesinin ardından Özgür Özel’in “Bizim tarihsel tutarlılığımız böyle bir sürecin meclis odaklı, meclisin öncülüğünde, önderliğinde ve denetiminde ilerlemesi gerektiğidir. Bundan sonraki süreçte atılacak tüm adımlar için mecliste tüm siyasi partilerin içinde olduğu güçlü bir komisyon çalışmasına ihtiyaç olduğunu ifade ettik" açıklaması CHP’nin temkinli olmakla birlikte sürecin önünde engel olmayacağını ortaya koymuş oldu. En son 28 Aralık 2024’te İmralı’ya giden heyet, görüşmenin ardından 7 siyasi parti ile görüşme gerçekleştirmişti. Heyet daha sonra tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile görüşmüştü. Ziyaretlerin ardından yazılı açıklama yapan heyet görüşmeleri ‘’umut verici’’ olduğunu açıklayıp ‘’Çözüm için ortak irade’’ olduğunu söylemişti. Bununla birlikte Önder’in cezaevi kapısında söylediği bir söz bugün bile farklı şekilde tartışılmaya devam ediyor. Önder’in, “Kamuoyunda sıklıkla, çözümle barış kavramları birbirine karıştırılıyor. Bu doğru değil. Barış bir sarılmayla bile oluşturulacak bir şeydir. Çözüm demokratik bir mücadele ve uzun soluklu bir iştir” demişti. Bu değerlendirmeye ilişkin Özgür Politika ve Yeni Yaşam olmak üzere birçok farklı mecrada eleştirel yazılar çıktığının da altını çizmekte fayda var. Nitekim Gültan Kışanak’ın Mezopotamya Ajansıyla yaptığı söyleşide iki soruya verdiği yanıt oldukça önemliydi. Kışanak devletin Kürt sorunun değil PKK meselesini çözmek istediğinin altını çizdikten sonra Cumhur İttifakı’nda farklı eğilimlerin olup olmadığı meselesine “Erdoğan ve Bahçeli arasında bir görüş ayrılığı olduğuna pek ihtimal vermiyorum. Ortak planlamayı farklı veçhelerle yürütüyorlar diye düşünüyorum. Evet, kamuoyunda pratikte yaşadığımız sorunlar nedeniyle sanki aralarında bir görüş ayrılığı varmış gibi bir algı ortaya çıkıyor fakat bunun daha çok bir iş bölümünden kaynaklı olduğunu düşünüyorum” demişti.
Tüm bu yaşananlar ışığında ortaya çıkan fotoğrafın AKP-MHP bloku için çözüm diye düşünülenin Türkiye’nin en önemli meselelerinden biri olmaya devam eden Kürt sorunu olmadığı çok açık. Demokrasi gibi bir dertleri olmadığı gibi baskıyı daha da artıran bir yönelime giren iktidarın Kürt sorununda bir açılıma gitmesi hayalden öte bir başka anlam taşımaz. Nitekim bugüne kadar ne Bahçeli’den ne de Erdoğan’dan demokrasi, çözüm gibi sözcükler duymadık. En iyi cümleler kardeşlik üzerine oldu ki onu söylerken bile kadife eldivenin altında olan demir yumruğu hatırlatamadan edemediler. 22 yıldır iktidardalar ve bu süre zarfında birden fazla “çözüm” dedikleri süreci kamuoyunun önüne attılar. Her defasında kendi çıkarlarına gelecek şekilde oyunu kurmaya çalıştılar. Bunun olmayacağını gördükleri anda da masayı devirdiler. Bugün de bunun dışında başka bir şey yaşanmıyor. Başta Suriye olmak üzer kendileri için fırsat/mecburiyet olan bir durumun üzerinden konuşuyorlar. Türkiye’yi atlayıp direkt Ortadoğu üzerinden bir Kürt barışından bahsediyorlar. Bu anlamıyla Cumhur ittifakından çözüm beklemek kadar Erdoğan’ı Bahçeli’ye şikâyet etmeninde bir anlamı olmayacağının görülmesi gerekiyor. Üstelik her sabah yeni bir operasyonla uyanan demokrasi güçlerine bu durumu anlatmak hiç de kolay olmaz.
***
Bahçeli’nin konuşmasıyla başlayan açılım, ilk günden beri Suriye’deki gelişmelerden ayrı düşünülemiyor. Ekim ayında başlayan süreç açısından, 2 ay sonra Türkiye’nin de önemli bir rol oynadığı kesinleşen bir operasyonla aralık ayında Suriye’de rejimin değişiminin ardından, iktidarın Suriye masasındaki yerini sağlamlaştırabilmek için de çözüm kartını oynadığına yönelik yorumlar yapıldı. Bahçeli, kasım ayında Öcalan’ın silah bırakma çağrısı yapması gerektiğini söylediği konuşmasında;
“Osmanlı İmparatorluğu yerel kültürleri ve etnik toplulukları bünyesinde nasıl bir arada tutup barış ve sükûnet ortamını tesis etmişse, ecdadımızın ayak izlerini takip ederek Türk Barış devrinde aynısı yaşanabilecektir” diyerek, yeni çözüm süreci hevesiyle Yeni Osmanlıcı hayallerinin iç içe olduğunu açıkça ilan etti. Keza Şam’ın düştüğü 7 Aralık günü yaptığı konuşmasındaki “Türkiye’nin güvenliği Misak-ı Milli haritasının son sınırında başlamaktadır” sözleri, iktidar açısından yeni çözüm sürecinin Kuzey Suriye’nin geleceğinden bağımsız olmadığını açığa çıkardı.
İktidarın heveslerinin Türkiye’nin güney sınırının ötesinde nasıl bir karşılık bulacağı tartışmalı. Ancak Suriye Demokratik Güçleri lideri Mazlum Kobani ilk günden itibaren çözüm sürecine destek açıklamalarında bulunuyor. İmralı heyeti geçtiğimiz günlerde Kobani’ye de Öcalan’dan içeriği açıklanmayan bir mektup gönderdi. Son süreçte, Şam’da liderliği ele geçiren Golani hükümetiyle buzların eritilmesi ve Kuzey Suriye’nin statü sorununda yumuşak bir tavır benimsenmesinin ardında sürecin etkisi olduğu yorumları yapılıyor. Trump ABD’sinin Suriye konusunda belirsiz ve çekingen tavrı sebebiyle tüm aktörlerin kendisini güvence altına alma ve yeni ortaklıklar kurma çabasının öncelik haline geldiği siyasi ortam, iktidar açısından hamle özgürlüğü sağlıyor.
***
Yeni çözüm sürecine dair Kürt hareketinden de soldan da farklı tepki ve yaklaşımlar gelişti. Bahçeli’nin yeni çözüm açılımına ilk günlerde temkinli tepkiler veren PKK ve KCK tarafı, son olarak 12 Şubat’ta yaptıkları açıklamada, Öcalan’ın çağrısıyla “herkes için bir değişim, dönüşüm ve yeniden yapılanma süreci” başlayacağı ‘müjdelendi’. "PKK’nın, Kürtlerin, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Türkiye ortamının, Ortadoğu’nun ve tüm dünyanın değişeceği" iddia edildi. Bu yaklaşım değişimi, kimileri tarafından Öcalan’ın girişimine “yeşil ışık olarak” yorumlandı.
Ancak Kürt hareketi içerisinde sürece yönelik tüm yorumlar bu kadar umutlu değil. Özellikle çözüm sürecinin yeni kayyum atamaları ve gözaltı dalgasıyla birlikte devam edişi, Erdoğan ve Bahçeli’nin her fırsatta meselenin Kürt değil terör meselesi olduğunu vurgulaması, hareket içerisinde de soru işaretleri yaratıyor. Yeni Yaşam, Yeni Özgür Gündem gibi yayın organlarında, İmralı heyetinin yaklaşımını da eleştiren birçok yazı kaleme alındı. Nitekim Kürt hareketi içerisindeki şüpheci tutum yalnızca medyayla sınırlı değil. Kürt Çalışmaları Merkezinin yeni sürece dair yaptığı kamuoyu yoklaması, Kürt halkının üçte ikisinin Bahçeli ve Erdoğan’ı içeren bir süreci desteklemiyor.
Bahçeli eliyle başlatılan sürece yönelik soldan yaklaşımlar ise birbirinden farklı seyrediyor. Kimi sosyalist çevreler, iktidarın yeni süreci ömrünü uzatma ve Ortadoğu’daki yerini sağlamlaştırma hamlesi olarak gördüğünü kabul etse de bu sürecin “desteklenerek” de iktidara muhalefet edilebileceği formüller icat etti. Birçok kesim yeni buluşlardan uzak durarak sessizliğini korudu. SOL Parti, yeni sürecin hem iktidarın ömrünü uzatma hem de rejime yönelik yükselen itirazlara karşı bir bastırma ve bölme hamlesi olduğu vurgusuyla taraflara sorumluluk çağrısında bulundu.
17 Ekim’de yapılan açıklamada; “20 yılı aşkındır bu gerici saltanatın nasıl hilelerle sürdürüldüğü de; muhalefetin kâh anayasa kâh çözüm kâh beka adına yaptığı yanlışlarla nasıl bu değirmene su taşıdıklarına bakıldığında da Erdoğan ve Bahçeli ipine sarılmanın yeni bir “yetmez ama evetçilik”ten başka bir şeye çıkmayacağı bugünden ortadadır.
Yoksa aldatılmaya gönüllü değilseniz, Bahçeli’nin elinde “kardeşlik ve barış”; Erdoğan’ın elinde “demokrasi ve özgürlük” olduğuna inanarak, teşekkür sırasına girmenin de bir âlemi olmadığı açık” denildi.
***
Süreç tartışmaları yeni başlamışken PKK TUSAŞ’a ait Kahramankazan’daki tesislere 23 Ekim günü saldırı düzenledi. Saldırıda beş kişi yaşamını yitirdi. Ömer Öcalan 24 Ekim’de İmralı ziyareti sonrası Abdullah Öcalan’ın, "Tecrit devam ediyor. Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” mesajını iletti KCK 24 Ekim’deki açıklamasında, Ömer Öcalan’ın İmralı görüşmesine izin verilmesi olumlu karşılandığını söyledi ama tecrit kalkmadan Öcalan’dan rol oynamasını beklemenin gerçekçi olmadığının da altı çizildi. KCK Eş Başkanı Bese Hozat 30 Aralık’taki açıklamasında, "Öcalan’ın ortaya koyduğu çözüm iradesinin arkasında olduklarını" söyledi, fakat "ortada bir çözüm ya da barış sürecinin söz konusu olmadığını" belirtti. Örgütten en kapsamlı açıklamalardan biri 12 Şubat’ta geldi. Öcalan’ın çağrısıyla yeni bir sürecin başlatılacağı, bunun "herkes için bir değişim, dönüşüm ve yeniden yapılanma süreci" olacağı belirtildi. Açıklama "Devlet korkmasın, Öcalan ve Kürtler devleti yıkmayacak. Türkiye toplumu korkmasın, Öcalan ve Kürtler Türkiye›yi bölmeyecek" denildi. Süreç kapsamında son olarak DEM Parti heyeti, 16 Şubat’ta Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne (IKBY) giderek Erbil ve Süleymaniye’de bir dizi görüşme gerçekleştirdi. DEM Parti kaynaklarına göre Öcalan’ın şubat sonu veya mart ayında açıklamasını yapması bekleniyor.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İmralı heyetinin üçüncü kez PKK lideri Abdullah Öcalan ile görüşme başvurusunda bulunduğu takdirde, “izinleri sağlayacaklarını” söyledi.
***
MHP eliyle başlatılan yeni çözüm süreci beraberinde, CHP ve HDP’li belediyelere çeşitli kayyum ve operasyonlarla birlikte geldi. İlk olarak, Bahçeli’nin çözüm sürecine dair ilk konuşmasından günler sonra, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer terör suçlamasıyla tutuklandı ve yerine kayyum atandı. Bu süreci, 4 Kasım’da Batman, Mardin ve Halfeti belediyelerine atanan kayyumlar izledi. Geçen 4 ayda, CHP ve HDP’den toplam 11 belediyeye kayyum atandı. Yeni çözüm süreci başlamadan önce, seçimlerin hemen ardından Hakkâri Belediyesine de kayyum atanmıştı.
Dem Parti tarafı, tüm kayyum atamalarına basın açıklaması ve eylemlerle tepki gösterse de gelişmeleri İmralı sürecine yansıtmamaya özen gösterdi. Hatta yansıtmak bir yana, kayyum haberleri, anayasa tartışmalarıyla birlikte yürüdü. Dem Parti ve heyetin bu tavrı, Kürt siyaseti içerisinden de eleştirilere hedef oldu. “Söz söylemek kısıtlanacak, eylem yapmak yasaklanacak, seçmen iradesi hiçe sayılacak, sorun yok barışa odaklanın denilecek. Tecrit en ağır şekilde devam ettirilecek, yine sorun yok barışa odaklanın diye ahkam kesilecek. Bu nasıl bir barıştır ki sözden başlayıp eyleme kadar savaş dili ve argümanları ortalığı kasıp kavuruyor” (Yeni Yaşam).
Dem tarafı her ne kadar iktidarın saldırılarına karşı temkinli bir tavır sürdürse de Erdoğan, sürecin Kürt sorunu ve barışla ilgili olmadığını birçok kez tekrar etti, kayyum vb saldırıların sürebileceğini, “kadife eldiven içindeki demir yumruk” diyerek işaret etti: "Gerektiğinde devletimizin kadife eldiven içindeki demir yumruğunu devreye almaktan da çekinmeyeceğiz."
Dem Parti heyetinin, Öcalan’ın “tarihsel” konuşması için hazırlık yaptığı günlerde, önce Van kayyum kararı, ardından HDK bileşenlerine yönelik gözaltı dalgası başladı. İstanbul merkezli operasyonla sosyalist parti üyeleri, muhalif gazeteci ve sanatçıların bulunduğu 54 kişi gözaltına alındı. Savcılık, 14 yıl önceki konuşmaları ve dinlemeleri gerekçi göstererek HDK’yı devlete alternatif bir terör yapılanması olmakla suçladı.
Kürt hareketinin sol kanadının, sosyalist parti ve isimlerin hedef alındığı, 2 bin kişiyi kapsadığı söylenerek geleceğe yönelik de bir tehdit olarak tutulan HDK gözaltıları, geçmiş çözüm süreci arifesindeki KCK tutuklamalarını hatırlattı. İlk çözüm sürecinin öncesinde de BDP ve KESK’e yönelik operasyonlarla yüzlerce insan gözaltına alınmış, hem sopa gösterilmiş hem de sürece yönelik itirazlara karşı bir ön alma girişiminde bulunulmuştu.
Meclis siyasetinin 2024’ün yaz aylarında iki önemli gündemi vardı. Birincisi CHP lideri Özgür Özel’in başlattığı AKP ile “normalleşme” süreci diğeri de Cumhur İttifakı’nın ağzından düşürmediği “iç cephe” çağrısı.
İki başlık bugün gündem olmaktan uzaklaşsa da sonuçlarıyla yüzleşiyoruz. Özellikle Suriye’de HTŞ’nin Şam’a girmesi ve yönetime el koymasıyla birlikte yaşanan gelişmelerin ardından AKP cephesinden gelen açıklamalarla “iç cephe” meselesinden neyi kastettiklerini anlamış olduk. Ankara’nın alkışlarla karşıladığı HTŞ ve Suriye’ye geçmeden bugün her kesimin farklı tarif ettiği ama en genel anlamıyla “yeni süreç” diyebileceğimiz Bahçeli’nin Öcalan açılımına bakmakta fayda var. Tabi buraya nasıl geldiğimizi hatırlayarak.
***
İmralı Heyeti’nin ikinci tur görüşmelerinin ardından, artık A. Öcalan’ın “silah bırakma” çağrısı bekleniyor. Bu beklentinin gölgesinde kayyumlardan son olarak Halkların Demokratik Kongresi’ne (HDK) yönelik operasyonlarla baskılar da sistematik olarak sürdürülüyor.
Bahçeli’nin kapısını açtığı bu sürece yönelik pek çok tartışma sürüp gidiyor. Ancak bu birkaç aylık hızlandırılmış süreç boyunca aktörlerin ortaya koydukları, aşağı yukarı nelerin olabileceğine ilişkin kimi ön değerlendirmelere imkân tanıyor.
Birincisi, en başta Bahçeli’nin dile getirerek sonrasında da ısrarla üzerinde durduğu üzere bir çözüm sürecinde değiliz. İmralı Heyeti de hatırlanırsa birkaç kez “çözüm ve barışın birbirinden ayrılması gerektiği” konusuna vurgu yaptı.
Bu anlamda Kürt sorununun demokratik çözüm yollarına ilişkin demokratik yollar ve süreçlere ilişkin bir beklenti son derece yanıltıcı olacağı açık.
***
Yeni sürecin kırılma noktalarından birisi Suriye oldu. 2013-15 çözüm süreci büyük oranda yine tam da bu noktada çökmüştü. Kürt hareketinin Suriye’de inisiyatif kazanmasıyla başlayan süreç, içerde AKP’nin iktidar kaybıyla birleşerek savaşa uzanacak yeni bir sürece evrilmişti. Türkiye bu savaşın yarattığı kaos ve karanlık içinde AKP ve MHP ittifakı üzerinden tek adam rejimine geçti. Uzun zamandır da Suriye’den içeriye uzanan bir savaş konsepti içinde rejim sürdürüldü.
Suriye’de rejimin yıkılması ile girilen yeni dönem, Bahçeli açılımının da kaynaklarından birisi olarak görülebilir. İçerde rejimi sürdürmekte zorlanan AKP-MHP ikilisi, Suriye’de cihatçı HTŞ liderliğinde oluşan yeni durumu rejimi ayakta tutmanın fırsatı olarak gördü. Bu kuşkusuz Kürt hareketinin kazandığı geniş inisiyatif alanının, ABD’den İsrail’e uzanan ittifak imkânlarının da farkında olarak yapılan bir ittifak önerisine dönüştü. Projeye yönelik “devlet aklı” göndermesi de daha çok bu risklerin bertaraf edilmesi yönlü değerlendirmelerden ileri geliyor. Kürt hareketinin kimi yöneticilerinin Bahçeli’de bulduğu bilgeliğin kaynağında da bu var.
Bu da aslında hiç de yeni olmayan. 1991 Körfez Krizi’nde ilk kez Özal tarafından, “bir koyup üç alma” adı altında Musul ve Kerkük’ü işaret eden bir ultra-milliyetçi ve fetihçi yaklaşımın bir ifadesi. Benzerini 2013-15 döneminde de Suriye ve Ortadoğu üzerinden yeni-Osmanlıcılık olarak gördüğümüz bu durum, şimdi de Kürt-Türk ittifakı olarak ifade ediliyor.
***
Amerikan planı doğrultusundaki bu yönelimin asıl önemli yanı ise içerde rejimi sürdürmenin anahtarı olarak görülmesi. AKP ve MHP’nin uzun zamandır toplumsal desteklerini kaybetti. Artık toplumu rızaya dayalı yönetmek imkânsızlaştığı ölçüde toplumun farklı kesimleri susturulmaya, baskı dozu artırılarak yönetilmeye çalışılıyor. Rejimin bu kırılgan eşiği sadece baskı ile aşabilmesi ise imkânsız.
Onun için de muhalefet güçlerinin pasifize edilmesi, ayakta kalmanın tek yolu olarak öne çıkıyor. Suriye üzerinden oluşan bu yeni durumda, Kürt hareketi ile rejim arasındaki ilişki ve mesafe yeniden tanımlanmaya bu yolla Erdoğan’a ömür boyu başkanlık yolunu açacak bir imkân yaratılmaya çalışılıyor. Erdoğan ve Bahçeli’nin evdeki hesaplarının bu olduğu açık… Kimse ülkenin bu ikili eliyle demokratikleşeceğini iddia edecek kadar aklını kaybetmediğine göre başka bir amaçları da olamayacağı ortada… Bu hesabın tutup tutmayacağı, hangi süreçlerden geçileceği ise bir mücadele konusu olmaya devam edecek.
STARTI BAHÇELİ VERDİ
Süreç meclis’in yeni yasama açılış günü olan 1 Ekim tarihinde MHP lideri Devlet Bahçeli’nin DEM eş başkanlarıyla tokalaşamasıyla başladı. Hatırlanacağı üzere Bahçeli hemen ertesi gün gazeteci Sinan Burhan’a yaptığı açıklamada DEM Partililerle el sıkışma kararını Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Genel Kuruldaki konuşmasından sonra aldığını açıklamıştı. Yine hatırlanacağı gibi Erdoğan konuşmasında İsrail’in bir sonraki hedefinin Türkiye olacağını iddia etmiş ve “iç cephenin güçlendirilmesi” çağrısında bulunmuştu. Yani Bahçeli “çağrının gereğini yaptım” diyordu. Bahçeli’nin hamlesi hiç kuşkusuz DEM Parti grubunda beklenmiyordu ama yine de çabuk uyum sağladılar denilebilir. DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Koçyiğit, "Dünkü tokalaşmanın siyasetin doğası gereği olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Şimdiye kadar olmaması zaten yanlıştı" yorumunu yaptı. Tuncer Bakırhan ise aynı günlerde konuşulan yeni anayasa için “Müzakereye varız ama olmuyorsa mücadeleye de varız” diyordu. Bahçeli tarafından yapılacak Öcalan çağrısından önce 13 Ekim tarihinde DEM Parti’nin "Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa çözüm" mitingini de not etmekte fayda var. Bu inişli çıkışlı devam edecek ilişkininden ilk habercisiydi.
TURBUN BÜYÜĞÜ
Bahçeli’nin 22 Ekim tarihinde Meclis grubunda yaptığı “Öcalan gelsin DEM grubunda konuşsun. Bu işin bittiğini açıklasın” diyerek tamamladığı cümle artık meselede ilerleme kaydedildiğine ve başka bir noktaya doğru evrildiğine de işaret etmişti. Bu açıklama sonrası DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatımoğulları, “Sayın Bahçeli’nin bugün yaptığı açıklamada ifade ettiği gibi tecridin bir an önce kaldırılması ve Sayın Öcalan ne konuşacaksa kendi dilinden duymamız gerekiyor” diyerek temkini elden bırakmazken CHP’li Özel, “Görülüyor ki kapalı kapılar ardında birtakım müzakereler yürütülüyor” diyordu. Erdoğan yaklaşık bir hafta Bahçeli’nin çağrısına sessiz kaldı. Hatta “aralarında çatlak var” diyenler oldu. Ama 30 Ekim günü Erdoğan, konuşulanların aksine Bahçeli’ye tam destek verdi. Erdoğan, Bahçeli için "gerçek milliyetçiliğin ne olduğunu gösterdi" dedi. Erdoğan, "Kürt sorunu" demeden "Bu meseleyi ülke gündeminden çıkararak, 40 yıllık siyasi hayatımızı taçlandırmak niyetindeyiz" açıklamasını yaptı. Bu da Fidan’dan Kalın’a oradan Erdoğan’a kadar herkesin onay verdiği bir yeni döneme işaret ediyor.
BİR KEZ DAHA İMRALI HEYETİ
Bahçeli’nin ısrarlı Öcalan çağrıları bir anlamda Öcalan görüşmeleri için DEM heyetinin oluşmasıyla yanıt bulmuş oldu. Çok faklı isimler telaffuz edilse de bir önceki çözüm sürecinin iki figürü Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan heyete giren isimler oldu. Heyetin oluşması tüm sisin dağılmasına yetmedi. Özellikle Erdoğan’ın çok fazla konuşmaması, Esenyurt başta olmak üzere kayyum ve baskı siyasetinin devam etmesi DEM Parti içinde soru işaretlerinin devam etmesine yol açtı. Nitekim Parti Meclisinin yayımladığı sonuç metninde, "Çözüm tartışmalarının yeniden gündeme gelmesi olumludur ancak geçmişteki ‘teslim alma’ söylemlerinin yeniden dillendirilmesinin çözüme katkı sunmayacağı açıktır" denilerek tereddütlerini de dile getirmiş oldular. “O günlerde CHP ne diyordu?” diye merek edenler için şu söylenebilir ki yine AKP ve MHP arasında çatlak arıyordu: "Bir gizli görev dağılımı olduğu ortada. Artık sözcünün görevi bitmiştir. Erdoğan çıkıp bu millete bir açıklama yapmak zorundadır. Bahçeli’yi sözcü kılma, ne diyorsan sen söyle."
Heyetin İmralı ziyareti ha bugün ha yarın derken yeni yıldan hemen önce 28 Aralık günü gerçekleşti. Görüşme sonrası heyet açıklama yapmazken Öcalan’dan ilk irade beyanı kamuoyu ile paylaşıldı. Öcalan uzun yıllardır tekrar ettiği gibi TürkKürt kardeşliğinin önemine vurgu yaparken dönemsel hesaplara takılmadan sürece katkı yapılmasını önerdi. Abdullah Öcalan’ın “Gazze ve Suriye’de yaşanan hadiseler göstermiştir ki, dışarıdan müdahalelerle kangrenleştirilmeye çalışılan bu sorunun çözümü artık ertelenemez bir hal almıştır” sözü tartışmanın merkezinin neresi olduğunu gösteresi açısından da önemliydi. “Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim” diyerek heyetin kendi adına görüşmeleri sürdüreceği bilgisini de verdi.
BAHÇELİ İLE BAŞLANDI
DEM heyeti Ahmet Türk’ün katılımıyla üç kişiye çıkarken ilk görüşme 2 Ocak günü Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş ve MHP lideri Devlet Bahçeli ziyareti ile başladı. DEM Parti aynı gün MHP lideri Bahçeli’yi Meclis’teki makamında ziyaret etti. Bahçeli, DEM Parti heyetini kapıda karşıladı. Ahmet Türk ve Sırrı Süreyya Önder, Bahçeli ile görüşmenin samimi ve faydalı olduğunu belirtti. Heyet 6 Ocak günü Gelecek Parti, AKP ve Saadet Partisi ile görüştü. AKP görüşmesinde Erdoğan yoktu. Bununla birlikte AKP adına görüşmede bulunan isimler Erdoğan’a detaylı bilgi verileceğini aktardı. DEM heyeti 7 Ocak tarihinde CHP, DEVA, YRP ile görüştü. CHP görüşmesinin ardından Özgür Özel’in “Bizim tarihsel tutarlılığımız böyle bir sürecin meclis odaklı, meclisin öncülüğünde, önderliğinde ve denetiminde ilerlemesi gerektiğidir. Bundan sonraki süreçte atılacak tüm adımlar için mecliste tüm siyasi partilerin içinde olduğu güçlü bir komisyon çalışmasına ihtiyaç olduğunu ifade ettik" açıklaması CHP’nin temkinli olmakla birlikte sürecin önünde engel olmayacağını ortaya koymuş oldu. En son 28 Aralık 2024’te İmralı’ya giden heyet, görüşmenin ardından 7 siyasi parti ile görüşme gerçekleştirmişti. Heyet daha sonra tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile görüşmüştü. Ziyaretlerin ardından yazılı açıklama yapan heyet görüşmeleri ‘’umut verici’’ olduğunu açıklayıp ‘’Çözüm için ortak irade’’ olduğunu söylemişti. Bununla birlikte Önder’in cezaevi kapısında söylediği bir söz bugün bile farklı şekilde tartışılmaya devam ediyor. Önder’in, “Kamuoyunda sıklıkla, çözümle barış kavramları birbirine karıştırılıyor. Bu doğru değil. Barış bir sarılmayla bile oluşturulacak bir şeydir. Çözüm demokratik bir mücadele ve uzun soluklu bir iştir” demişti. Bu değerlendirmeye ilişkin Özgür Politika ve Yeni Yaşam olmak üzere birçok farklı mecrada eleştirel yazılar çıktığının da altını çizmekte fayda var. Nitekim Gültan Kışanak’ın Mezopotamya Ajansıyla yaptığı söyleşide iki soruya verdiği yanıt oldukça önemliydi. Kışanak devletin Kürt sorunun değil PKK meselesini çözmek istediğinin altını çizdikten sonra Cumhur İttifakı’nda farklı eğilimlerin olup olmadığı meselesine “Erdoğan ve Bahçeli arasında bir görüş ayrılığı olduğuna pek ihtimal vermiyorum. Ortak planlamayı farklı veçhelerle yürütüyorlar diye düşünüyorum. Evet, kamuoyunda pratikte yaşadığımız sorunlar nedeniyle sanki aralarında bir görüş ayrılığı varmış gibi bir algı ortaya çıkıyor fakat bunun daha çok bir iş bölümünden kaynaklı olduğunu düşünüyorum” demişti.
TÜRKİYE’DE NE OLUYOR?
Tüm bu yaşananlar ışığında ortaya çıkan fotoğrafın AKP-MHP bloku için çözüm diye düşünülenin Türkiye’nin en önemli meselelerinden biri olmaya devam eden Kürt sorunu olmadığı çok açık. Demokrasi gibi bir dertleri olmadığı gibi baskıyı daha da artıran bir yönelime giren iktidarın Kürt sorununda bir açılıma gitmesi hayalden öte bir başka anlam taşımaz. Nitekim bugüne kadar ne Bahçeli’den ne de Erdoğan’dan demokrasi, çözüm gibi sözcükler duymadık. En iyi cümleler kardeşlik üzerine oldu ki onu söylerken bile kadife eldivenin altında olan demir yumruğu hatırlatamadan edemediler. 22 yıldır iktidardalar ve bu süre zarfında birden fazla “çözüm” dedikleri süreci kamuoyunun önüne attılar. Her defasında kendi çıkarlarına gelecek şekilde oyunu kurmaya çalıştılar. Bunun olmayacağını gördükleri anda da masayı devirdiler. Bugün de bunun dışında başka bir şey yaşanmıyor. Başta Suriye olmak üzer kendileri için fırsat/mecburiyet olan bir durumun üzerinden konuşuyorlar. Türkiye’yi atlayıp direkt Ortadoğu üzerinden bir Kürt barışından bahsediyorlar. Bu anlamıyla Cumhur ittifakından çözüm beklemek kadar Erdoğan’ı Bahçeli’ye şikâyet etmeninde bir anlamı olmayacağının görülmesi gerekiyor. Üstelik her sabah yeni bir operasyonla uyanan demokrasi güçlerine bu durumu anlatmak hiç de kolay olmaz.
***

FIRAT’IN DOĞUSUNDA BARIŞ
Bahçeli’nin konuşmasıyla başlayan açılım, ilk günden beri Suriye’deki gelişmelerden ayrı düşünülemiyor. Ekim ayında başlayan süreç açısından, 2 ay sonra Türkiye’nin de önemli bir rol oynadığı kesinleşen bir operasyonla aralık ayında Suriye’de rejimin değişiminin ardından, iktidarın Suriye masasındaki yerini sağlamlaştırabilmek için de çözüm kartını oynadığına yönelik yorumlar yapıldı. Bahçeli, kasım ayında Öcalan’ın silah bırakma çağrısı yapması gerektiğini söylediği konuşmasında;
“Osmanlı İmparatorluğu yerel kültürleri ve etnik toplulukları bünyesinde nasıl bir arada tutup barış ve sükûnet ortamını tesis etmişse, ecdadımızın ayak izlerini takip ederek Türk Barış devrinde aynısı yaşanabilecektir” diyerek, yeni çözüm süreci hevesiyle Yeni Osmanlıcı hayallerinin iç içe olduğunu açıkça ilan etti. Keza Şam’ın düştüğü 7 Aralık günü yaptığı konuşmasındaki “Türkiye’nin güvenliği Misak-ı Milli haritasının son sınırında başlamaktadır” sözleri, iktidar açısından yeni çözüm sürecinin Kuzey Suriye’nin geleceğinden bağımsız olmadığını açığa çıkardı.
İktidarın heveslerinin Türkiye’nin güney sınırının ötesinde nasıl bir karşılık bulacağı tartışmalı. Ancak Suriye Demokratik Güçleri lideri Mazlum Kobani ilk günden itibaren çözüm sürecine destek açıklamalarında bulunuyor. İmralı heyeti geçtiğimiz günlerde Kobani’ye de Öcalan’dan içeriği açıklanmayan bir mektup gönderdi. Son süreçte, Şam’da liderliği ele geçiren Golani hükümetiyle buzların eritilmesi ve Kuzey Suriye’nin statü sorununda yumuşak bir tavır benimsenmesinin ardında sürecin etkisi olduğu yorumları yapılıyor. Trump ABD’sinin Suriye konusunda belirsiz ve çekingen tavrı sebebiyle tüm aktörlerin kendisini güvence altına alma ve yeni ortaklıklar kurma çabasının öncelik haline geldiği siyasi ortam, iktidar açısından hamle özgürlüğü sağlıyor.
***
NELER SÖYLENDİ?
Yeni çözüm sürecine dair Kürt hareketinden de soldan da farklı tepki ve yaklaşımlar gelişti. Bahçeli’nin yeni çözüm açılımına ilk günlerde temkinli tepkiler veren PKK ve KCK tarafı, son olarak 12 Şubat’ta yaptıkları açıklamada, Öcalan’ın çağrısıyla “herkes için bir değişim, dönüşüm ve yeniden yapılanma süreci” başlayacağı ‘müjdelendi’. "PKK’nın, Kürtlerin, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Türkiye ortamının, Ortadoğu’nun ve tüm dünyanın değişeceği" iddia edildi. Bu yaklaşım değişimi, kimileri tarafından Öcalan’ın girişimine “yeşil ışık olarak” yorumlandı.
Ancak Kürt hareketi içerisinde sürece yönelik tüm yorumlar bu kadar umutlu değil. Özellikle çözüm sürecinin yeni kayyum atamaları ve gözaltı dalgasıyla birlikte devam edişi, Erdoğan ve Bahçeli’nin her fırsatta meselenin Kürt değil terör meselesi olduğunu vurgulaması, hareket içerisinde de soru işaretleri yaratıyor. Yeni Yaşam, Yeni Özgür Gündem gibi yayın organlarında, İmralı heyetinin yaklaşımını da eleştiren birçok yazı kaleme alındı. Nitekim Kürt hareketi içerisindeki şüpheci tutum yalnızca medyayla sınırlı değil. Kürt Çalışmaları Merkezinin yeni sürece dair yaptığı kamuoyu yoklaması, Kürt halkının üçte ikisinin Bahçeli ve Erdoğan’ı içeren bir süreci desteklemiyor.
Bahçeli eliyle başlatılan sürece yönelik soldan yaklaşımlar ise birbirinden farklı seyrediyor. Kimi sosyalist çevreler, iktidarın yeni süreci ömrünü uzatma ve Ortadoğu’daki yerini sağlamlaştırma hamlesi olarak gördüğünü kabul etse de bu sürecin “desteklenerek” de iktidara muhalefet edilebileceği formüller icat etti. Birçok kesim yeni buluşlardan uzak durarak sessizliğini korudu. SOL Parti, yeni sürecin hem iktidarın ömrünü uzatma hem de rejime yönelik yükselen itirazlara karşı bir bastırma ve bölme hamlesi olduğu vurgusuyla taraflara sorumluluk çağrısında bulundu.
17 Ekim’de yapılan açıklamada; “20 yılı aşkındır bu gerici saltanatın nasıl hilelerle sürdürüldüğü de; muhalefetin kâh anayasa kâh çözüm kâh beka adına yaptığı yanlışlarla nasıl bu değirmene su taşıdıklarına bakıldığında da Erdoğan ve Bahçeli ipine sarılmanın yeni bir “yetmez ama evetçilik”ten başka bir şeye çıkmayacağı bugünden ortadadır.
Yoksa aldatılmaya gönüllü değilseniz, Bahçeli’nin elinde “kardeşlik ve barış”; Erdoğan’ın elinde “demokrasi ve özgürlük” olduğuna inanarak, teşekkür sırasına girmenin de bir âlemi olmadığı açık” denildi.
***
AKILDA KALMASI GEREKEN TARİHLER
Süreç tartışmaları yeni başlamışken PKK TUSAŞ’a ait Kahramankazan’daki tesislere 23 Ekim günü saldırı düzenledi. Saldırıda beş kişi yaşamını yitirdi. Ömer Öcalan 24 Ekim’de İmralı ziyareti sonrası Abdullah Öcalan’ın, "Tecrit devam ediyor. Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” mesajını iletti KCK 24 Ekim’deki açıklamasında, Ömer Öcalan’ın İmralı görüşmesine izin verilmesi olumlu karşılandığını söyledi ama tecrit kalkmadan Öcalan’dan rol oynamasını beklemenin gerçekçi olmadığının da altı çizildi. KCK Eş Başkanı Bese Hozat 30 Aralık’taki açıklamasında, "Öcalan’ın ortaya koyduğu çözüm iradesinin arkasında olduklarını" söyledi, fakat "ortada bir çözüm ya da barış sürecinin söz konusu olmadığını" belirtti. Örgütten en kapsamlı açıklamalardan biri 12 Şubat’ta geldi. Öcalan’ın çağrısıyla yeni bir sürecin başlatılacağı, bunun "herkes için bir değişim, dönüşüm ve yeniden yapılanma süreci" olacağı belirtildi. Açıklama "Devlet korkmasın, Öcalan ve Kürtler devleti yıkmayacak. Türkiye toplumu korkmasın, Öcalan ve Kürtler Türkiye›yi bölmeyecek" denildi. Süreç kapsamında son olarak DEM Parti heyeti, 16 Şubat’ta Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne (IKBY) giderek Erbil ve Süleymaniye’de bir dizi görüşme gerçekleştirdi. DEM Parti kaynaklarına göre Öcalan’ın şubat sonu veya mart ayında açıklamasını yapması bekleniyor.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İmralı heyetinin üçüncü kez PKK lideri Abdullah Öcalan ile görüşme başvurusunda bulunduğu takdirde, “izinleri sağlayacaklarını” söyledi.
***

KAYYUM VE OPERASYONLAR SÜRECİ
MHP eliyle başlatılan yeni çözüm süreci beraberinde, CHP ve HDP’li belediyelere çeşitli kayyum ve operasyonlarla birlikte geldi. İlk olarak, Bahçeli’nin çözüm sürecine dair ilk konuşmasından günler sonra, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer terör suçlamasıyla tutuklandı ve yerine kayyum atandı. Bu süreci, 4 Kasım’da Batman, Mardin ve Halfeti belediyelerine atanan kayyumlar izledi. Geçen 4 ayda, CHP ve HDP’den toplam 11 belediyeye kayyum atandı. Yeni çözüm süreci başlamadan önce, seçimlerin hemen ardından Hakkâri Belediyesine de kayyum atanmıştı.
Dem Parti tarafı, tüm kayyum atamalarına basın açıklaması ve eylemlerle tepki gösterse de gelişmeleri İmralı sürecine yansıtmamaya özen gösterdi. Hatta yansıtmak bir yana, kayyum haberleri, anayasa tartışmalarıyla birlikte yürüdü. Dem Parti ve heyetin bu tavrı, Kürt siyaseti içerisinden de eleştirilere hedef oldu. “Söz söylemek kısıtlanacak, eylem yapmak yasaklanacak, seçmen iradesi hiçe sayılacak, sorun yok barışa odaklanın denilecek. Tecrit en ağır şekilde devam ettirilecek, yine sorun yok barışa odaklanın diye ahkam kesilecek. Bu nasıl bir barıştır ki sözden başlayıp eyleme kadar savaş dili ve argümanları ortalığı kasıp kavuruyor” (Yeni Yaşam).
Dem tarafı her ne kadar iktidarın saldırılarına karşı temkinli bir tavır sürdürse de Erdoğan, sürecin Kürt sorunu ve barışla ilgili olmadığını birçok kez tekrar etti, kayyum vb saldırıların sürebileceğini, “kadife eldiven içindeki demir yumruk” diyerek işaret etti: "Gerektiğinde devletimizin kadife eldiven içindeki demir yumruğunu devreye almaktan da çekinmeyeceğiz."
ÇÖZÜMDE SOLA YER YOK
Dem Parti heyetinin, Öcalan’ın “tarihsel” konuşması için hazırlık yaptığı günlerde, önce Van kayyum kararı, ardından HDK bileşenlerine yönelik gözaltı dalgası başladı. İstanbul merkezli operasyonla sosyalist parti üyeleri, muhalif gazeteci ve sanatçıların bulunduğu 54 kişi gözaltına alındı. Savcılık, 14 yıl önceki konuşmaları ve dinlemeleri gerekçi göstererek HDK’yı devlete alternatif bir terör yapılanması olmakla suçladı.
Kürt hareketinin sol kanadının, sosyalist parti ve isimlerin hedef alındığı, 2 bin kişiyi kapsadığı söylenerek geleceğe yönelik de bir tehdit olarak tutulan HDK gözaltıları, geçmiş çözüm süreci arifesindeki KCK tutuklamalarını hatırlattı. İlk çözüm sürecinin öncesinde de BDP ve KESK’e yönelik operasyonlarla yüzlerce insan gözaltına alınmış, hem sopa gösterilmiş hem de sürece yönelik itirazlara karşı bir ön alma girişiminde bulunulmuştu.