İstanbul Üniversitesi’nin tarihi seçimi

Elizabet

Administrator
Yönetici
Katılım
Ocak 16, 2025
Mesajlar
145,715
Tepkime puanı
0
12 Eylül’ün en karanlık günlerinde Türkiye’nin en eski ve büyük üniversitesi olan İstanbul Üniversitesi (İÜ) öğrencisiydim. Öğrencisi olmaktan onur duyduğum İÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi kurucu dekanı ve Türkiye’nin önemli anayasa hukukçularından sevgili hocam Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, Türk anayasacılık tarihini anlattığı dersine şöyle başlardı: “Hep yürüdük ama hiç ilerleyemedik.”

Türkiye’de siyasete birkaç kez postalla müdahale edildi. Bu darbelerden sonra bazı bürokratlar, askeri savcılar elde ettikleri sınırsız güçle keyfilikte sınır tanımadı. Siyasete sık sık yargı eliyle müdahale edildi. Yargıyı ele geçiren bir çetenin mensupları düzmece davalar açtı. Hatta Genelkurmay Başkanı’nı bile “terör örgütü lideri” diye tutuklayacak kadar ileri gittiler. O çetenin mensupları daha sonra kanlı bir darbeye kalkıştılar. Seçimle gelenler de sivil darbelere, hukuksuzluklara kalkıştı. Kuvvetler ayrılığının ortadan kalkması ve yargının siyasi iktidarın elinde oyuncak olmasından çok çekti bu memleket.

Türkiye’de akademinin, yargının ve siyasetin halini, yaşanan son hukuksuzlukları ve keyfilikleri görünce sık sık Tunaya’nın bu sözü geliyor aklıma. Bu hafta çalışma hayatı konularını değil bir İstanbul Üniversitesi mezunu, bir sosyal bilimci ve bir yurttaş olarak son “diploma” tartışmasından hareketle akademinin halini ele alacağım.

Son hukuksuz “diploma” iptal girişimi meselesi sadece diploma sahibinin haklarının elinde alınmasıyla sınırlı değil. Yurttaş olarak bizlerin de seçme ve seçilme hakkımıza müdahale, Anayasal düzeni ortadan kaldırma girişimi niteliğinde. Kimi seçeceğine millet değil başka siyasiler ve bürokratlar karar versin isteniyor. Anayasal düzene ve ulusal egemenliğe karşı kalkışılan bu girişime üniversitenin alet olmaması büyük önem taşıyor.

BÜYÜK UTANÇ​


Mezunu olmaktan gurur duyduğum İÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde 1981-1985 arasında okudum. Kapı gibi bir İÜ SBF diplomam ve hatta transkriptim var. Okul albümü, arkadaşlarımla düzinelerce fotoğrafım var. Hâlâ yaşayan ve görüştüğüm hocalarım, o günlerde asistan olup sonra hoca olan arkadaşlarım var. Bunları niye anlattım ki? En sağlam sandığınız belgelerin bile hile ile yok sayılması mümkün bugünlerde. O yüzden aklıma geldi. Hukuk güvenliği olmayınca insanın aklına her şey geliyor.

İÜ’de 12 Eylül’ün en karanlık zamanlarında okudum. Bu yıllarda bir öğrenci olarak pek çok utanca tanık oldum. İÜ yönetimi darbe lideri General Kenan Evren’e utanmadan “fahri hukuk doktoru” ve “fahri profesör unvanı” verdi. Sonra sıkıyönetim talimatıyla YÖK kıymetli hocalarımızı ihraç etti. Akademisyenlerin bir kısmı o kadar sinmişti ki odalarında kendilerinden hukuki mütalaa almaya gelen bir avukatla görüşürken hukuk fakültesinde okuyan askeri öğrenciler odalarına girip engel oldu.

12 Eylül’ün en karanlık günlerinde en çok dönemin üniversite yönetimi postal yalayıcısı olmasından utanç duydum. İstanbul Üniversitesi yönetimi 14 Ocak 1983’te hukuku katleden darbeci General Kenan Evren’e “Fahri Profesörlük” ve “Fahri Hukuk Doktorluğu” payesi verme utancına imza atmıştı. İstanbul Üniversitesi yönetiminin tüm üniversiteler adına Darbenin başı Evren’e “Fahri Profesörlük” ve “Fahri Hukuk Doktorluğu” unvanı vermiş ve üniversitenin o meşhur doktora salonunda Evren’e bir de akademik cübbe giydirmişti. Evren’in YÖK Başkanı Doğramacı ve İÜ rektörü ile fotoğrafları gazetelerde yer almıştı. İÜ yönetiminin yukarıdan aldığı talimatla bu utanca imza atması muhtemel.

Dönemin Hukuk Fakültesi Dekanı Yılmaz Altuğ yaptığı konuşmada “insan haklarına bağlı, hürriyetçi ve demokratik hukuk devleti düzenini yeniden kurmak hususundaki tarihi hizmetlerini gözönünde tutan” Fakülte Kurulunun Evren’e Fahri Hukuk Doktoru unvanı vermeyi kararlaştırdığını anlattı. Altuğ daha sonra ANAP’tan iki dönem milletvekili seçilecekti. Rektör Cem’i Demiroğlu da Evren’i Atatürk ile karşılaştırarak İstanbul Üniversitesinin geçmişte Atatürk’e duyduğu minnet nedeniyle fahri doktora unvanı verdiğini kendilerinin de “12 Eylül’den bu yana tüm Türkiye ile birlikte üniversitelerimizde de barış ve güvenin gerçekleştirilmesi, hukuk düzeninin yeniden ve sağlıklı biçimde kurulması” nedeniyle Evren’e “Fahri Profesörlük” unvanı verildiğini söyleyebiliyordu.

O sırada memlekette hukuk yerle bir edilmiş, anayasa askıya alınmış, mahkemeler talimatla çalışır hale gelmiş, işkence ve idamlar ayyuka çıkmıştı. Hatta o günlerde İÜ öğrencisi pek çok arkadaşım gözaltına alınmış ve işkence görmüştü. Ama olsun üniversitedeki fildişi kulelerden bakınca Kenan Evren bir “hukuk devleti” savunucusu olabiliyordu. Törene üniversite yönetici düzeydeki tüm akademisyenlerin katılımı şart koşulmuştu. Hiç unutmam İdare Hukuku hocam Prof. Dr. Yıldızhan Yayla bu kararı umursamayıp paltosunu giyip çekip gitmişti okuldan. Bir yandan hukuk katili bir darbeciye “Hukuk Doktoru” unvanı verenler, bir yandan “hiçbir şey yapamasam da toplantıya katılmam” diye düşünen sevgili hocam. İstanbul Üniversitesi’ne bu utancı yaşatanlar tarihe geçti. Onlar bilim insanı olarak değil darbeci Evren’e “hukuk doktoru” payesi vermekle anılıyorlar. Tarih ve arşiv unutmaz!

ONURLU BİR DURUŞ​


İstanbul Üniversitesi’nde yaşadığım ikinci büyük utanç Evren’e fahri hukuk ve profesörlük unvanı verilmesinden bir ay sonraya denk gelir. Bu süreç “1402’likler” olarak biliniyor. Bu tasfiyeye İÜ SBF öğrencisi olarak tanık oldum. Önce sakallı hocalarımızın sakallarını kesmeleri istendi. Ardından aralarında hocalarımızın da olduğu 70’ten fazla öğretim üyesi üniversiteden çıkarıldı. 1402’likler arasında Korkut Boratav, Alpaslan Işıklı, Mete Tunçay ve Bülent Tanör de vardı.

Okulumuzun kurucusu ve ilk dekanı Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya da ihraç edilenler arasındaydı. Emekliliğine üç ay kala ikinci kez ihraç edilmişti. Sadece Tunaya mı? Sevgili hocam Murat Sarıca da ihraç edilmişti. Murat Hoca 1982’de profesör olmuştu ancak YÖK profesör unvanını kullanmasına izin vermedi. Murat Sarıca, dersinden sınava gireceğimiz 14 Şubat 1983 sabahı Aydın Aybay ile birlikte hiçbir gerekçe gösterilmeden görevinden alındı. Hoca sınavları yaptı, kâğıtları okudu, notları verdi. Ancak bir başka hoca onun yerine kâğıtları imzaladı. İhraç edilmesi Murat Hocaya çok ağır gelmişti. Bir süre sonra hastalandı, çok yaşamadı, 15 Eylül 1983 günü 57 yaşında, arkasında temel eser niteliğinde çok sayıda kitap bırakarak yaşama veda etti. Evren’e “hukuk doktoru” payesi veren üniversitenin bu tasfiyelere itiraz etmesi mümkün değildi. Tersine yol vermişlerdi.

Oysa 27 Mayıs darbesi sonrasında, “147’likler” olayında böyle olmamıştı. Milli Birlik Komitesi Ekim 1960’ta 147 öğretim üyesini üniversitelerden uzaklaştırmıştı. Görevine son verilenler arasında Ali Fuat Başgil, Sabahattin Eyüboğlu, Yavuz Abadan, Nusret Hızır, Tarık Zafer Tunaya, Mina Urgan ve Haldun Taner de vardı. 147 öğretim üyesi hiçbir kanıta dayanmadan, dedikodularla ve ihbarlarla atılmıştı. Bu utanç verici karardan sonra aralarında İstanbul Üniversitesi’nin seçimle gelen ilk rektörü, efsane rektörü, Türk idare hukukunun kurucusu ve üniversitelerin idari özerkliğinin ilk savunucularından olan Ordinaryüs Prof. Dr. Sıddık Sami Onar’ın da bulunduğu çok sayıda bilim insanı bu kararı protesto ederek görevlerinden istifa etti. Bu istifalar büyük ses getirdi. 147’liler çıkarılan bir yasayla 1962’de görevlerine döndü.

AÇIK ÇAĞRI...​


Eski bir İstanbul Üniversitesi mezunu, bir sosyal bilimci ve meslektaşınız olarak size, İstanbul Üniversitesi Rektörü’ne ve İstanbul Üniversitesi yönetimine sesleniyorum…

Bugünlerde tarihi bir karar vereceksiniz. Malum olunduğu üzere önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmayı düşünen ve bunu kamuoyuna açıklayan ve gelecek Cumhurbaşkanlığı yarışının en önemli adaylarından biri olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu’nun diplomasını iptal ettirip seçimlere girmesini önlemek için çeşitli hukuksuz girişimler söz konusu. Bu girişimlerin ayyuka çıktığını ve Anayasa’da güvence altına alınan üniversitelerin bilimsel özerkliğine ve iç işlerine müdahale derecesine vardığını milyonlarca yurttaş gibi utanç duyarak ve üzülerek izliyorum.

Konunun idari ve hukuki nitelikte olmadığı ve o nedenle gündeme gelmediği çok açık. Konu siyasetin ve millet iradesinin konusu olması gereken Cumhurbaşkanlığı seçimlerine hukuksuz yollarla müdahale etme cüretidir. Şimdi de bu hukuksuz girişimlere İstanbul Üniversitesi alet edilmek isteniyor.

Sayın İstanbul Üniversitesi rektörü ve İstanbul Üniversitesi yönetimi, bir mezununuz ve bir meslektaşınız olarak sizi hukuk içinde kalarak vakarla ve soğukkanlılıkla davranarak hukuk dışı işlemlere imza atmamaya çağırıyorum. Üniversite yönetimleri idari ve siyasi makamların hukuksuz talimatlarını yerine getirme yeri değildir.

Üniversiteler siyasetin kullanacağı araçlar hiç değildir. İstanbul Üniversitesi yönetimini, millet iradesinin önünü kesmeye dönük tartışmalı kararlardan uzak durmaya, tarafsız davranmaya, baskılara boyun eğmemeye ve bir bilim kurumu olarak üniversitenin onurunu korumak için objektif, verilere dayalı ve bağımsız değerlendirme ürünü kararlar vermeye çağırıyorum.

İstanbul Üniversitesi rektörü ve yönetimi şimdi büyük bir tercih ile karşı karşıyadır. Ya darbeci Evren’e hukuk doktoru unvanı veren ve İstanbul Üniversitesi’ne büyük utanç yaşatanlar gibi anılacak ya da darbecilerin hukuksuz tasarruflarına karşı onurlu bir duruş sergileyenler gibi.

Karar sizin Sayın İÜ Rektörü ve sayın İÜ yönetimi! Yeni bir utançla ve millet iradesinin önüne set çekenler olarak mı anılmak istersiniz yoksa bilime, hukuka, akla vicdana uygun kararlar alan bilim insanları olarak mı?

Not: Bu yazı İÜ Rektörlüğü’nün “diploma” konusunda kararını vermesinden önce kaleme alınmıştır.
 
Üst