- Katılım
- Ocak 16, 2025
- Mesajlar
- 147,323
- Tepkime puanı
- 0
Tuğçe ÇELİK
Fotoğraf sanatçısı Feyza Nur Veziroğlu, İstanbul Beyoğlu’ndaki Fotoğrafevi’nde ‘Kendimi mi Yiyorum?’ başlıklı sergisi kapsamında bir söyleşi gerçekleştirdi. Veziroğlu’nun fotoğraf, video ve enstalasyon çalışmalarının yer aldığı sergi, bedenin bir aidiyet alanı mı yoksa bir hapishane mi olduğu sorusunu tartışmaya açıyor. Sanatçıya göre beden, yalnızca fiziksel bir varlık değil; zihinsel savaşların, toplumsal baskıların ve kişisel mücadelenin bir yansıması olarak öne çıkıyor.
Veziroğlu, yeme bozukluğuna yakalandığı süreçten yola çıkarak güzellik endüstrisinin kitleleri nasıl etkisi altına alıp yönlendirdiğini fotoğraf yoluyla ifşa ediyor. Veziroğlu serginin amacını, “Toplumda yeme bozukluğunun farkındalığının oluşmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Hepimiz için kıymetli olan şeyin bedenimiz veya dış görünüşümüz olmadığını, düşüncelerimiz ve ürettiklerimiz olduğunu gösterebilmeyi hedefledim” diye özetliyor.
“18 yaşıma kadar fazla kiloluydum. 126 kiloyken zayıflamaya karar verdim. Başlangıçta katı bir diyet uygulamadım ve kısa sürede 80’li rakamları gördüm. Bir anda kilo verip girdiğim ortamlarda ‘Ne kadar zayıflamışsın. Çok güzel görünüyorsun, keşke biz de senin gibi olsak!’ gibi cümleler duymam kilo kaybına hayatımın bir başarısı gibi tutunmama neden oldu” diyen sanatçı, yeme bozukluğuna yakalanma sürecini şöyle özetledi: “İnternetten yaptığım araştırmada kalori sayımını keşfettim. Bir hassas terazi alıp telefonuma da kalori sayar uygulaması yükledim. Kaloriler ve onların besin değerlerini uygulamada gördükçe çok yediğimi düşündürmeye başladılar. İpin ucu bu noktadan sonra kaçtı. 42 kiloya düştüğümde tek düşünebildiğim yiyecekler, kaloriler, nasıl göründüğüm, aynadaki yansımam ve kilo verdikten sonra vücudumda oluşan sarkıklardan nasıl kurtulacağımdı.”
Yeme bozukluğu teşhisi alma sürecini, “Saçlarım dökülüyordu, reglim kesilmişti, tırnaklarım kırılıyordu. ‘Anoreksiya nervoza’ teşhisi koyan doktorlar acilen kilo almam gerektiğini söylediler ancak bunu besin yiyerek yapamıyordum; vücudum besin kabul etmiyordu. Üç aylık bir tedavinin sonunda ilaçlarla 20 kilo aldım. Ayna ile yüzleşmemde bu kiloları kabul etmekte çok zorlandım” diye anlatan sanatçı şunları kaydetti:
“Bedenimi makasla kesip atmak istediğimi doktora söylediğimde bana bunun ‘dismorfofobi’ adı verilen başka bir hastalık olduğunu söyledi. Anoreksiyadan sonra ikinci bir teşhis daha aldım.” Bu noktada hobi olarak uğraştığı fotoğrafın devreye girdiğini vurgulayan sanatçı, “Fotoğrafın önündeki nesneyle doğrudan bağlantılı olduğu gerçeği, belki bedenimin aslında hissettiğim kadar kusurlu ve çirkin olmadığını, zihnimin bana oyunlar oynadığını gösterebilir diye düşündüm. O zaman kameranın objektifini kendime çevirdim. Fotoğraflayan özne ve fotoğraflanan nesne ben olmama rağmen bir noktadan sonra sadece kameranın arkasındaki fotoğrafçı olduğumu hissettim. Önümdeki bedenle etütler yaptım ve bu çekimler sırasında bedeni olduğundan daha da absürt ve amorf gösterebilmek için performanslar sergiledim. Bu da bana aslında bedenimin olanaklarının ne kadar geniş olduğunu gösterdi” dedi.
∗∗∗
“Fotoğrafı hayatımın ‘terbiyecisi’ olarak tanımlıyorum” diyen sanatçı sözlerini şöyle sürdürdü: “En başında kendimi çekerken böyle bir kaygıyla yola çıkmamış olsam da yaptığım şeyin aslında sanat terapisi olduğunu fark ediyorum. Kamerayı terapötik bir araç olarak kullandım hep. Fotoğraflarımın kurgusal olmaması ve kötü hissettiğim anlarda kamerayı açıp fotoğraf çekmiş olmam geriye dönüp baktığımda iyileşme sürecimde ne kadar yol aldığımı bana gösteriyor. Bu süreçte fotoğrafın iyileştirici gücü yadsınamaz. İlerde bu projeyi büyütüp yeme bozukluğu yaşayan pek çok bireyin kadrajın önünde olduğu kolektif işler üretmek istiyorum.”
Fotoğraf sanatçısı Feyza Nur Veziroğlu, İstanbul Beyoğlu’ndaki Fotoğrafevi’nde ‘Kendimi mi Yiyorum?’ başlıklı sergisi kapsamında bir söyleşi gerçekleştirdi. Veziroğlu’nun fotoğraf, video ve enstalasyon çalışmalarının yer aldığı sergi, bedenin bir aidiyet alanı mı yoksa bir hapishane mi olduğu sorusunu tartışmaya açıyor. Sanatçıya göre beden, yalnızca fiziksel bir varlık değil; zihinsel savaşların, toplumsal baskıların ve kişisel mücadelenin bir yansıması olarak öne çıkıyor.
Veziroğlu, yeme bozukluğuna yakalandığı süreçten yola çıkarak güzellik endüstrisinin kitleleri nasıl etkisi altına alıp yönlendirdiğini fotoğraf yoluyla ifşa ediyor. Veziroğlu serginin amacını, “Toplumda yeme bozukluğunun farkındalığının oluşmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Hepimiz için kıymetli olan şeyin bedenimiz veya dış görünüşümüz olmadığını, düşüncelerimiz ve ürettiklerimiz olduğunu gösterebilmeyi hedefledim” diye özetliyor.
KALORİ SAYARKEN İPİN UCU KAÇTI
“18 yaşıma kadar fazla kiloluydum. 126 kiloyken zayıflamaya karar verdim. Başlangıçta katı bir diyet uygulamadım ve kısa sürede 80’li rakamları gördüm. Bir anda kilo verip girdiğim ortamlarda ‘Ne kadar zayıflamışsın. Çok güzel görünüyorsun, keşke biz de senin gibi olsak!’ gibi cümleler duymam kilo kaybına hayatımın bir başarısı gibi tutunmama neden oldu” diyen sanatçı, yeme bozukluğuna yakalanma sürecini şöyle özetledi: “İnternetten yaptığım araştırmada kalori sayımını keşfettim. Bir hassas terazi alıp telefonuma da kalori sayar uygulaması yükledim. Kaloriler ve onların besin değerlerini uygulamada gördükçe çok yediğimi düşündürmeye başladılar. İpin ucu bu noktadan sonra kaçtı. 42 kiloya düştüğümde tek düşünebildiğim yiyecekler, kaloriler, nasıl göründüğüm, aynadaki yansımam ve kilo verdikten sonra vücudumda oluşan sarkıklardan nasıl kurtulacağımdı.”
BEDENİMİ MAKASLA KESMEK İSTEDİM
Yeme bozukluğu teşhisi alma sürecini, “Saçlarım dökülüyordu, reglim kesilmişti, tırnaklarım kırılıyordu. ‘Anoreksiya nervoza’ teşhisi koyan doktorlar acilen kilo almam gerektiğini söylediler ancak bunu besin yiyerek yapamıyordum; vücudum besin kabul etmiyordu. Üç aylık bir tedavinin sonunda ilaçlarla 20 kilo aldım. Ayna ile yüzleşmemde bu kiloları kabul etmekte çok zorlandım” diye anlatan sanatçı şunları kaydetti:
“Bedenimi makasla kesip atmak istediğimi doktora söylediğimde bana bunun ‘dismorfofobi’ adı verilen başka bir hastalık olduğunu söyledi. Anoreksiyadan sonra ikinci bir teşhis daha aldım.” Bu noktada hobi olarak uğraştığı fotoğrafın devreye girdiğini vurgulayan sanatçı, “Fotoğrafın önündeki nesneyle doğrudan bağlantılı olduğu gerçeği, belki bedenimin aslında hissettiğim kadar kusurlu ve çirkin olmadığını, zihnimin bana oyunlar oynadığını gösterebilir diye düşündüm. O zaman kameranın objektifini kendime çevirdim. Fotoğraflayan özne ve fotoğraflanan nesne ben olmama rağmen bir noktadan sonra sadece kameranın arkasındaki fotoğrafçı olduğumu hissettim. Önümdeki bedenle etütler yaptım ve bu çekimler sırasında bedeni olduğundan daha da absürt ve amorf gösterebilmek için performanslar sergiledim. Bu da bana aslında bedenimin olanaklarının ne kadar geniş olduğunu gösterdi” dedi.

∗∗∗
FOTOĞRAF HAYATIMIN TERBİYECİSİ OLDU
“Fotoğrafı hayatımın ‘terbiyecisi’ olarak tanımlıyorum” diyen sanatçı sözlerini şöyle sürdürdü: “En başında kendimi çekerken böyle bir kaygıyla yola çıkmamış olsam da yaptığım şeyin aslında sanat terapisi olduğunu fark ediyorum. Kamerayı terapötik bir araç olarak kullandım hep. Fotoğraflarımın kurgusal olmaması ve kötü hissettiğim anlarda kamerayı açıp fotoğraf çekmiş olmam geriye dönüp baktığımda iyileşme sürecimde ne kadar yol aldığımı bana gösteriyor. Bu süreçte fotoğrafın iyileştirici gücü yadsınamaz. İlerde bu projeyi büyütüp yeme bozukluğu yaşayan pek çok bireyin kadrajın önünde olduğu kolektif işler üretmek istiyorum.”