Misyonerler Anadolu’yu nasıl kıskaca aldı?

Elizabet

Administrator
Yönetici
Katılım
Ocak 16, 2025
Mesajlar
145,738
Tepkime puanı
0
Dünyaya nizam verme çabasındaki bugünün Amerika’sının doğmasından yaklaşık bir asır önce Amerikalı misyonerler Osmanlı’nın çok çeşitli etnik, dinî ve mezhebî yapısını fırsat bilerek “yozlaşmış” Hristiyan azınlıkları protestanlaştırma öncelikli hedefiyle yola çıkmış ve eğitim ile sağlık alanlarında büyük faaliyetler yürütmüştü. Misyonerlerin Anadolu’ya olan ilgisi 13. yüzyıla kadar uzansa da bu ilginin en güçlü ve kurumsal hale geldiği dönem emperyalist güdülerin canlandığı 19. yüzyıldı. Anadolu’yu misyon ve istasyonlara bölerek kısa sürede her kademede yüzlerce okul ve hastane açan Amerikalı misyonerler doğrudan etkileri Osmanlı’nın sonuna dek hissedilen, dolaylı olarak da bugüne uzanan bir süreci başlattı. Peki misyonerlerin söz konusu yayılma süreci nasıl şekillendi? Gelin, Amerikan misyonerliğinin Anadolu’daki serüvenine birlikte göz atalım. Osmanlı’da ilk Amerikan misyonerleri Papaz Levi Parsons ve Plinky Fisk 1819 yılının Kasım ayında, Papaz Levi Parsons ve Plinky Fisk, Boston’dan İzmir’e doğru yola çıkarak Anadolu’daki Amerikan misyonerlik faaliyetlerinin ilk adımını attı. Arapça, İbranice, Rumca, Fransızca ve Türkçeye hâkim olan bu ikili, iyi bir hazırlık sürecinin ardından 9 Ocak 1820’de Anadolu’ya ayak bastı. Amerikan Board Teşkilatı tarafından görevlendirilen Parsons ve Fisk geldikleri gibi işe koyuldu. İki papaz öncelikle Anadolu’yu keşfetmeye, görev yapacakları bölgeleri enine boyuna tanımaya çalışmıştı. Parson ve Fisk’in bu kadar çileye katlanarak uğruna hayatlarını feda ettikleri amaçları “yozlaşmış” Hristiyanları, Yahudileri ve “kafir” Müslümanları yola getirmekti. Böylece Amerikan misyonerliğinin Anadolu’daki uzun soluklu serüveni resmen başlamış oldu. Amerikan Board Teşkilatı nedir? Amerika Birleşik Devletleri’nin dış ülkelere yönelik Protestan misyonerlik faaliyetlerini yöneten organizasyonunun ismi Amerikan Board Teşkilatı’dır. 1810’da kurulan bu teşkilat “Misyon” adı verilen temel birimler şeklinde örgütlenmiştir. Misyonlar ise kendi içerisinde istasyonlara ayrılmıştır. İstasyonlar genellikler şehirlerde kurulur ve bir misyoner tarafından idare edilirdi. Örneğin İstanbul şehri Batı Türkiye Misyonu’nun istasyonuydu. Harput'ta kurulan Fırat Koleji'nin öğrencileri (1873). Board Teşkilatı Osmanlı Anadolu’sunu böyle kuşatmıştı Osmanlı Devleti, Amerika ve Avrupalı misyonerlik faaliyetlerinin sömürgecilikle eş güdümlü olarak dünya çapında zirve yaptığı bir çağda 1839’da Tanzimat Fermanı ve 1856 yılında Islahat Fermanı ile azınlıklara birtakım haklar tanımış ve dolaylı olarak söz konusu faaliyetlere geniş hareket alanı sağlamıştı. Devlet bir yandan merkezileşme ve askeri/bürokratik modernleşme kaygılarıyla Batılı büyük güçlerle mücadeleye kalkışırken diğer yandan misyonerlik gibi dolaylı kuşatma faaliyetlerinin de hedefi olmaktaydı. Özellikle Ermeniler başta olmak üzere Hristiyan topluluklar, bu faaliyetlerin etkisi altına girmişti. Amerikan Board Teşkilatı’nın Osmanlı Anadolu’sundaki yapılanması üç ana bölgeye ayrılmıştı: Batı Türkiye Misyonu, Doğu Türkiye Misyonu ve Merkezi Türkiye Misyonu. Bunların yanı sıra Bulgar, Suriye-Filistin ve Nasturi misyonları da Osmanlı coğrafyasındaki diğer misyon birimleriydi. Batı Türkiye Misyonu, Edirne, İstanbul, Bursa, İzmir, Tokat, Kayseri, Sivas ve Yozgat gibi geniş bir bölgeyi kapsıyordu. Doğu Türkiye Misyonu ise Erzurum, Harput, Mardin, Van ve Bitlis’ten oluşuyordu ve en fazla ilkokulun açıldığı misyon bölgesi olarak dikkat çekiyordu. Merkezi Türkiye Misyonu ise Antakya, Adana, Antep, Maraş, Urfa, Halep ve Tarsus bölgelerini kapsıyordu ve temel hedefi doğrudan bu bölgedeki Ermeni topluluklarına yönelik faaliyetler yürütmekti. Maraş'taki misyoner okulları. Anadolu’yu kuşatan Amerikan misyoner okul ve hastaneleri Misyonerler, dünya çapındaki uzun vadeli hedeflerine ulaşmak için kiliseler, yetimhaneler açmak, yardım kuruluşları ihdas etmek gibi uygulamaların yanında iki temel alanı son derece etkili bir şekilde kullandı: Sağlık ve eğitim. Sağlık alanı, misyonerlerin halkla doğrudan temas kurmasını ve güven kazanmasını sağlarken, eğitim ise geniş kitlelere ulaşmalarına ve ideolojik etkilerini uzun vadeye yaymalarına olanak tanıdı. Bu iki alanda da dönemin en gelişmiş tekniklerinden ve güçlü finansal desteklerden faydalanarak hedef kitlelerin ilgisini çekmeyi başardılar. Misyoner hastaneleri, sundukları ücretsiz veya düşük maliyetli sağlık hizmetleriyle toplumda kendilerine bir yer edinirken, misyoner okulları da eğitim kalitesi ve modern öğretim yöntemleriyle cazibe merkezi haline geldi. Öyle ki, misyonerlerin kurduğu hastaneler ve okullar, zamanla birer model haline gelmiş ve Osmanlı Devleti, bu etkinin önüne geçebilmek adına kendi hastane ve okul yatırımlarını artırmak, eğitim sistemini güncellemek ve genişletmek zorunda kalmıştı. Anadolu’da Amerikan Board Teşkilatı tarafından kurulan okullar, kısa sürede büyük bir yaygınlık kazandı ve özellikle Hristiyan azınlıklar, çocuklarını bu okullara göndermeye büyük bir ilgi gösterdi. Bu misyoner okulları, sadece dini eğitim vermekle kalmıyor, aynı zamanda modern fen bilimleri, edebiyat, tıp ve ticaret gibi alanlarda da dersler sunuyordu. Merzifon Amerikan Koleji (1910). Misyonerler 1824’ten 1886’ya kadar 400 okul açmıştı Levi Parsons ve Plinky Fisk’in keşif gezilerinin ardından Osmanlı topraklarında ilk okul 1824 yılında Beyrut’ta faaliyetine başladı. 19. yüzyıl boyunca bu okullar hızla çoğaldı ve 1886 yılına gelindiğinde, ilkokuldan yükseköğretime kadar uzanan yaklaşık 400 okul Osmanlı coğrafyasında faaliyet göstermekteydi. Robert Kolej, İstanbul Amerikan Kız Koleji, İzmir Uluslararası Kolej, Tarsus Amerikan Koleji, Antep Merkezi Türkiye Koleji, Merzifon Amerikan Koleji, Talas Amerikan Koleji ve Fırat Koleji bu dönemin en dikkat çeken eğitim kurumları arasındaydı. Bu okulların öğrenci kitlesinin büyük bölümünü Ermeniler oluştururken, onları Rumlar ve diğer gayrimüslim azınlıklar takip etti. 19. yüzyılda az sayıda da olsa Müslüman öğrenciler de bu okullarda eğitim almaya başladı. Fen ve sosyal bilimler, modern dil eğitimi ve meslek edindirme programları, misyoner okullarını Osmanlı eğitim sistemine kıyasla daha cazip hale getiriyordu. Özellikle İngilizce eğitimi, bu okulların en büyük avantajlarından biri olarak öne çıkıyordu ve bu durum ticaretle uğraşan aileler için de büyük bir teşvik unsuruydu. Bu okullardan mezun olan öğrencilerin büyük bir kısmı, öğretmen, doktor veya din adamı olarak misyonerlik faaliyetlerinin yayılmasına doğrudan veya dolaylı olarak katkıda bulunmaktaydı. Özellikle eğitim alanında yetişen mezunlar, misyonerlik ideallerini sonraki kuşaklara aktarabilecek bir zemin oluşturuyordu. Misyoner okulları, sadece bireyleri eğitmekle kalmayıp, aynı zamanda siyasi ve kültürel bir dönüşüm yaratma potansiyeline de sahipti. Bu nedenle Osmanlı yönetimi, misyoner okullarının faaliyetlerini yakından takip etmiş, zaman zaman bu kurumları denetleme ve sınırlandırma girişimlerinde bulunmuştur. Ancak geniş finansal destekleri, uluslararası bağlantıları ve modern eğitim yöntemleri sayesinde bu okullar, Osmanlı topraklarında uzun yıllar boyunca varlığını sürdürmeyi başarmıştır. “Bu misyonerler içinde en çok çalışan Protestan ve Katolik takımları ki artık köylere, kasabalara, her yerlere dağılmışlar…” 25 Mayıs 1911 tarihinde Sıratımüstakim dergisinde Edhem Nejat imzasıyla yayımlanmış bir yazıda misyonerlik faaliyetlerinin o tarihte geldiği aşamayı ve meselenin Osmanlı entelektüelleri açısından nasıl göründüğünü görmekteyiz. Edhem Nejat’ın tespitleri ve şikâyetleri meselenin boyutunu anlamak açısından oldukça önemli: “Memâlik-i İslâmiyye’de [İslam ülkelerinde], ötede beride çok masraflar, servetler sarfıyla [harcanmasıyla] temin-i mevki etmeye [mevki kazanmaya] çalışan bu misyonerler herhalde nazar-ı dikkate alınmaya şâyândır [dikkate alınmaya değerdir]. Maksadının husûl bulduğunu [amacına ulaştığını] görmek için bunlar o kadar fedâkarlıklar sarfıyla [büyük fedakârlıklarla] çalışıyorlar, biz ise bu sebâtlara, sa’ylere [çabalara] karşı ta’annüd edercesine [inat edercesine] donuk, ölmüş, kansız, rûhsuz kalıyoruz; Hristiyanlık âlemi din için çalışırken biz uykuya yatıyoruz… Bu misyonerler içinde en çok çalışan Protestan ve Katolik takımları ki artık köylere, kasabalara, her yerlere dağılmışlar… Bir misyoner doktordur, eczâcıdır, hastası olan fakir bir köylüyü tedâvî ediyor, eczâsını yapıp veriyor. Çiftçi olana, çiftçiliği, çok kazanmanın yolunu öğretiyor. Çocuğu bulunanın çocuğunu açtığı mektebe kabul ediyor. Ve orada çocuğa san’at, zîrâat, her şey öğretiyor. Şayan-ı merhamet olanın [merhamete layık olanın], müşkili olanın [sorunu olanın] imdâdına yetişip maddeten ve manen menâfiine [faydasına] hizmet ediyor.” Anadolu’daki Amerikan misyonerliğinin mirası Amerikalı misyonerlerin Anadolu’daki faaliyetleri sadece eğitim ve sağlık alanında değil, toplumsal yapıyı şekillendirme açısından da uzun vadeli etkiler bırakmıştır. 19. yüzyılda Osmanlı coğrafyasına nüfuz eden misyonerlik ağı, sadece Hristiyan azınlıklarda değil, devletin eğitim politikalarından yerel halkın modernleşme algısına kadar birçok noktada iz bıraktı. Misyoner okulları ve hastaneleri bir yandan Batılı eğitim ve sağlık standartlarını yayarken, diğer yandan Osmanlı idaresi için azınlıklarla alakalı mevcut problemleri de körüklemiş oldu. Anadolu’daki Amerikan misyoner mirası bugün dahi Türkiye’nin eğitim ve diplomatik ilişkilerinde dolaylı izler taşıyan önemli bir tarihsel olgu olarak karşımıza çıkıyor. Hem güncel gelişmelere hem de yakın tarihe bakmak ise bize bu coğrafyaya dair emperyalist emellerin bitmeyeceğini açıkça gösteriyor.
 
Üst