- Katılım
- Ocak 16, 2025
- Mesajlar
- 290,436
- Tepkime puanı
- 0
İnsan olup bitenlere inanamıyor, fakat peri masallarına inanabiliyor. Tuhaf bir yaratık şu insan, adeta bir masal kahramanı; anlatılan ve anlattığı öykülerle inşa ettiği masal dünyasında yaşayabiliyor. Bu, onu doğanın diğer türlerinden ayıran bir özellik. Habitatlarına saldırı karşısında hayvanların nasıl davrandıklarını bilirsiniz. Hitchcock’un ‘Kuşlar’ filmi hiç de abartılı değil, kargaların kendi türlerine yapılan bir saldırıya nasıl da hep birlikte karşılık verdiklerini mutlaka görmüşsünüzdür. Habitatı topyekûn saldırı altında, fakat hayal dünyasında yaşamayı sürdürebiliyor. Birine kuş beyinli sıfatını yakıştırırken bir kez daha düşünün derim. Yaşadığımız duruma en çok ‘insan beyinli’ sıfatı denk düşüyor; insan, kendini düşsel bir kafesin içine hapsetmiş; dışarıda yer yerinden oynasa yerinden kalkmıyor. Ahlak adına ahlaksızlığı, kanun adına kanun dışılığı meşrulaştırmaktan tutun da çocuk, kadın ve doğa katliamlarını vatanseverlik diye yutturan iktidarların acayipliklerine tanıklık ediyor, fakat sesi çıkmıyor.
Tüm bunlar bir masalda olabilir: “Peri masallarında büyülenen insan dilsizleşir” (Agamben, Çocukluk ve Tarih). Oysa 18. yüzyılda şair Schiller, ardından 20. yüzyılda sosyolog Weber dünyanın büyüsünün bozulduğunu ilan ettiklerinde insanlar uzun zamandan beri belki de ilk kez dile geldiler ve birbirleriyle doğrudan yüzleştiler. ‘Kuşlar’ filmindeki gibi, daha önce bir araya gelmeleri mümkün olmayan farklı türler bir araya geldi; örgütlenip habitatlarını işgal edenlere karşı savaştılar. Mücadelenin zaman ve mekân mücadelesi olduğunun farkındaydılar ve kendi zaman ve mekânlarını yarattılar. Sonra ne olduysa dünya yeniden büyülendi, artık zamanlarını ve mekânlarını yine büyücü tasarlıyor. Büyücü eski büyücü değil, kolay kolay faka basmıyor. Büyünün kalıcı olması için teknik ve sosyal imkânlardan alabildiğine yararlanıyor ve büyüyü bozmaya kalkışanlara zor kullanabiliyor. Ve sonunda yeniden, başlarına ne gelirse gelsin asla sesini çıkarmayan büyülenmiş bir kitle yaratmayı başardı. Dilsiz kitle yine kahramanlara inanıyor; Kurbağa Prens masalında olduğu gibi kahramanın gelmesini bekliyor, prenses gelip öpecek ve büyü bozulacak. Fakat her seferinde gele gele, kahraman kılığına girmiş başka bir büyücü geliyor. Önce kitleyi öpüp büyüsünden arındırıyor, ardından yeniden büyülüyor. Ve kitle büyülenmiş halde kahramanın sahnedeki performanslarını izliyor.
Peri masallarına inananlar, trajik hayatlar yaşamak zorundadırlar. Ya da peri masalları ve tragedyalar birlikte işleyen mekanizmalardır. Büyülenmek, büyünün bozulması ve sonra yeniden büyülenmek. Tragedyada kahraman sahnede göründüğü andan itibaren seyirci edilgen bir tutum takınır ve eyleme gücünü kahramana devreder. Aristoteles’in Poetika’da söylediği gibi bize benzeyen karakterin bütün sahne deneyimini vekâleten biz de yaşarız. Eyleme geçmediğimiz halde eyleme geçtiğimiz duygusuna kapılırız. Kahraman sevdiğinde biz de sever, nefret ettiğinde biz de nefret ederiz. Fakat birdenbire her şeyi değiştiren bir şey olur. Bu zamana kadar toplumun geleneksel eğilimine uygun olarak davranan kahraman ethos’la, töreyle hiç de uyuşmayan bir eylem gerçekleştirir. Bu trajik hata, olayların akışını değiştirir. Kahramanın yaptığı trajik hata aynı zamanda seyircide de yankılanır. Seyircinin kendini kahramandan koparmasını önlemek için kahramanın hatasının farkına varması ve akıl yürütme yoluyla hatasını kabullenmesi gerekir. Seyirci de onunla birlikte pişmanlık duygusu yaşamalıdır. Seyircinin hatayı sadece vekâleten değil, fiili olarak işlemesinin sonuçlarını zihninde tutmasını sağlamak amacıyla, Aristoteles tragedyanın katastrofik bir sonunun olması gerektiğini belirtir. Tragedyada asla mutlu son yoktur. (Boal, Ezilenlerin Tiyatrosu, BÜY).
Peri masalındaki mutlu sonu beklerken, her seferinde iktidarların sahnelediği tragedyaların mutsuz sonlarını yaşamaktan bitkin düşmüş, hâlâ peri masallarına inanmaya devam ediyor. Tuhaf bir yaratık şu insan, yerleşik değerlerle büyülenmiş. Eyleme geçmek yerine, tragedyalardaki kahramanları kendine vekil olarak tayin edebiliyor. Sahne ile seyirci koltukları arasındaki sınır mutlak değil; aşılabilir, sahnelenen oyunlar bozulabilir. Yeter ki insan göçebe zamanlarını hatırlasın!
Tüm bunlar bir masalda olabilir: “Peri masallarında büyülenen insan dilsizleşir” (Agamben, Çocukluk ve Tarih). Oysa 18. yüzyılda şair Schiller, ardından 20. yüzyılda sosyolog Weber dünyanın büyüsünün bozulduğunu ilan ettiklerinde insanlar uzun zamandan beri belki de ilk kez dile geldiler ve birbirleriyle doğrudan yüzleştiler. ‘Kuşlar’ filmindeki gibi, daha önce bir araya gelmeleri mümkün olmayan farklı türler bir araya geldi; örgütlenip habitatlarını işgal edenlere karşı savaştılar. Mücadelenin zaman ve mekân mücadelesi olduğunun farkındaydılar ve kendi zaman ve mekânlarını yarattılar. Sonra ne olduysa dünya yeniden büyülendi, artık zamanlarını ve mekânlarını yine büyücü tasarlıyor. Büyücü eski büyücü değil, kolay kolay faka basmıyor. Büyünün kalıcı olması için teknik ve sosyal imkânlardan alabildiğine yararlanıyor ve büyüyü bozmaya kalkışanlara zor kullanabiliyor. Ve sonunda yeniden, başlarına ne gelirse gelsin asla sesini çıkarmayan büyülenmiş bir kitle yaratmayı başardı. Dilsiz kitle yine kahramanlara inanıyor; Kurbağa Prens masalında olduğu gibi kahramanın gelmesini bekliyor, prenses gelip öpecek ve büyü bozulacak. Fakat her seferinde gele gele, kahraman kılığına girmiş başka bir büyücü geliyor. Önce kitleyi öpüp büyüsünden arındırıyor, ardından yeniden büyülüyor. Ve kitle büyülenmiş halde kahramanın sahnedeki performanslarını izliyor.
Peri masallarına inananlar, trajik hayatlar yaşamak zorundadırlar. Ya da peri masalları ve tragedyalar birlikte işleyen mekanizmalardır. Büyülenmek, büyünün bozulması ve sonra yeniden büyülenmek. Tragedyada kahraman sahnede göründüğü andan itibaren seyirci edilgen bir tutum takınır ve eyleme gücünü kahramana devreder. Aristoteles’in Poetika’da söylediği gibi bize benzeyen karakterin bütün sahne deneyimini vekâleten biz de yaşarız. Eyleme geçmediğimiz halde eyleme geçtiğimiz duygusuna kapılırız. Kahraman sevdiğinde biz de sever, nefret ettiğinde biz de nefret ederiz. Fakat birdenbire her şeyi değiştiren bir şey olur. Bu zamana kadar toplumun geleneksel eğilimine uygun olarak davranan kahraman ethos’la, töreyle hiç de uyuşmayan bir eylem gerçekleştirir. Bu trajik hata, olayların akışını değiştirir. Kahramanın yaptığı trajik hata aynı zamanda seyircide de yankılanır. Seyircinin kendini kahramandan koparmasını önlemek için kahramanın hatasının farkına varması ve akıl yürütme yoluyla hatasını kabullenmesi gerekir. Seyirci de onunla birlikte pişmanlık duygusu yaşamalıdır. Seyircinin hatayı sadece vekâleten değil, fiili olarak işlemesinin sonuçlarını zihninde tutmasını sağlamak amacıyla, Aristoteles tragedyanın katastrofik bir sonunun olması gerektiğini belirtir. Tragedyada asla mutlu son yoktur. (Boal, Ezilenlerin Tiyatrosu, BÜY).
Peri masalındaki mutlu sonu beklerken, her seferinde iktidarların sahnelediği tragedyaların mutsuz sonlarını yaşamaktan bitkin düşmüş, hâlâ peri masallarına inanmaya devam ediyor. Tuhaf bir yaratık şu insan, yerleşik değerlerle büyülenmiş. Eyleme geçmek yerine, tragedyalardaki kahramanları kendine vekil olarak tayin edebiliyor. Sahne ile seyirci koltukları arasındaki sınır mutlak değil; aşılabilir, sahnelenen oyunlar bozulabilir. Yeter ki insan göçebe zamanlarını hatırlasın!