- Katılım
- Ocak 16, 2025
- Mesajlar
- 318,239
- Tepkime puanı
- 0
Işıl Çalışkan
Sanatın sınırları hukukun gri duvarlarına çarptığında, Erdal Güney’in “Babacım” şarkısı, Türkiye’de ifade özgürlüğünün nefes aldığı nadir zaferlerden birinin simgesi oldu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ve oğlu Bilal Erdoğan’a hakaret iddiasıyla yargılanan ve nihayetinde beraat eden Güney, bu süreci “şarkının özgürleşmesi” olarak tanımlıyor. Beş yıl boyunca şarkısını seslendiremeyen sanatçı, Anayasa Mahkemesi’nin “hak ihlali” kararıyla adaletin ışığını gördü. Ancak bu mücadele, yalnızca bir şarkının değil, sanatın kamusal alandaki rolünün de savunusu oldu: “Birçok çizer, yazar, müzisyen için emsal oluşturduk” diyen Güney, iktidarın hukuku dönüştürme çabalarına rağmen umudun nasıl dirençle yeşerdiğini anlatıyor.
Son albümü Afel ile dünyanın güneşe en uzak olduğu anı metaforlaştıran sanatçı, “Umut sabit; uzaklaşan ya da yaklaşan biziz” diyerek yaşamın ve sanatın döngüsüne dair derin bir felsefe sunuyor. Güney ile müzik serüveninde bir yolculuğa çıktık.
“Babacım” şarkın nedeniyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret suçundan yargılandın ve beraat ettin. Geçmiş olsun diyelim. Neler hissettin? Şarkın özgürleşti. Bu sana neler hissettirdi?
Şarkı adına bahtiyarım. Bir dönem çok yoğun dizi, belgesel, film müzikleri çalıştım. Periyodik sürelerle senaryoya, metne uygun müzik üretmek bir hayli zor. Bir süre sonra sağırlaşan bir kulağa sahip olmaya başlıyor insan. Kişisel yönün yanı sıra üretimlerin hukuki ve etik sorunlara neden olması da olası. Sorundaki bahsi geçen şarkıda olduğu gibi alınganlığa da neden olabilir. Başkasına ait bir temayı farkında olmadan kullanıp, intihale neden olabilirsin. Tüm bu gerekçelerle şöyle bir yöntem izlemeye çalışıyorum, arşivi olan arkadaşlarla ve müzik hafızası iyi olan arkadaşlarla paylaşıyorum çalışmalarımı. Etkilenme var mı? Sözlerde bir sorun var mı? İhtiyaç halinde çalışmalarımı üniversite döneminden hukukçu arkadaşlarımla paylaşıyorum, yorumlarını alıyorum. “Babacım” şarkısı özelinde, “şarkıda sorun yok. Dava açılabilir, malum, iktidarın tavrından kaynaklı ama bir sorun çıkmaz” demişlerdi ve şarkıyı böyle bir iç denetimden sonra yayınlamıştık. Zaten ilk şikâyet başvurusu savcılıkça ifade ve düşünce hakkı kapsamında reddedilmişti. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin öncesinde verdiği İfade ve düşünce özgürlüğü kapsamında sanat üzerinden eleştiri hakkını koruyan kararları var.
Fakat bir süre sonra hakkımdaki dava tekrar açıldı ve hızlı bir şekilde hapis cezası verildi. Doğrudan şarkının kendisine ceza verilmesi ilginç bir durum. Hayatı dönüştüremezsek böyle ilginç, sanata da dair hukuksal sorunlarla karşılaşacağız. Hükmün geriye açıklanması kararı nedeniyle 5 yıl yasaklı kaldı şarkı. Şimdi şarkının özgürleşmesinden memnunum. Diğer memnuniyetim de yazar, çizer, ressam pek çok sanat emekçisinin üretimleriyle kendilerini ifade edebilmesi karşısında önlerine gelebilecek hukuksal baskılara karşı “Babacım” şarkısının dava kararının emsal oluşturacak olmasından. Çünkü şarkı üzerinden değnek gösterilmesiydi durumun kendisi. Bu nedenle de davanın kamuoyuyla basitleştirilmiş bir politik içerikle buluşmasını, tırnak içinde benim mağduriyetim olarak algılanmasını istemedik. Bu bir hukuk sorunuydu çünkü. Zor bir dönemdeyiz. İktidarlar yönetemedikleri düzlemde hukukun sınırlarını bir şekilde dönüştürürler, kendilerine ait kılarlar. Yanı sıra davalar hukuksal süreçlerdir de. O süreç içerisinde siz yorulursunuz. Mahkeme yollarını aşındırırsınız, yakınlarınızın kaygısı üzerinize siner, tebligatlar gelir, davaya gidersiniz, orada bir şey olur; o olur, bu olur, tarifsiz bir gerilim kaynağıdır tüm bu olan bitenler. Aslında sizin hayatla kurduğunuz ilişkiyi yıpratmaya dönük, sizi bezdirmeye çalışan çabalardır. Ama bilirsiniz bunların nedenini ve asla yalnız olmadığınızı, olmayacağınızı…
Ve sonra o “istenmeyen sözleri” yazmazsın… Senin bundan sonraki üretimini nasıl etkileyecek bu olay?
Birkaç tane anlamsız hız sınırı ihlali dışında cezam yok. Toplumsal duyarlılığı önemserim, ortak akılda, bilinçte ifadesini bulan itirazlarda yer alırım, kendimi ifade ederim. Bunu hak olarak tanımlarım. Kamusal alana ve muhataplarına ilişkin eleştiriler geliştirmeyi tercih ederim. Hiç kimsenin kendi varoluşunu, inançlarını, aidiyetini, var olma hikâyesini tartışma konusu yapmam. Bunlarla ilgili tevazu ve nezaketi korumaya çalıştığım da bilinir. Hakareti nezaketsiz bir üslup olarak görürüm. Fakat kamusal alandaki sorumluluk, muhataplık ve tavır benim için başka bir bağlam. Bu noktada muhataplarına eleştiri hakkımı kullanırım, eleştiri ve hakaret arasındaki ayrımı kavramaları için de hukuksal mücadele veririm. Bu tarz ve üslupta müzikler yapabilir miyim devamında? Ondan emin değilim çünkü bu tasarlanmış bir şey değil. Daha çok şeylerin ontolojisi üzerine gidiyorum ki bu da yoğunlukla aşk oluyor. Kişinin aşkından öte memleketin, doğanın, var olma hikâyesinin, hüznün, umutlu olmanın, mücadele etmenin aşkı üzerine lirik müzikler üretmeye çalıştığımı düşünüyorum. Bir dönem çevremden şöylesi eleştiriler geliyordu, “Hep aşk şarkıları yapıyorsun, şarkılarında politik bir tavrın yok.” “Babacım”ı yaptık, başımıza da bu geldi. Allah’tan müzik tarihime ait bu eleştirileri boşa düşürecek bir örnekle karşı karşıyayım (Gülüyor).
“Onurdur” diyorsun. Peki, biraz güzel şeylerden bahsedelim. Son albümün, Afel, aslında dünyanın güneşe en uzak olduğu gün anlamına geliyor. Bana çok umutsuz bir his verdi bu ama aslında içindeki müzikler hiç öyle değil.
Teşekkür ederim yorumun için. Uzak umutsuz tınlıyor kulakta değil mi? “Mesafelenme”dir belki de umutlu olan. Birkaç cümleyle ifade edilemeyecek kadar karmaşık bir konu elbette. Bir şeyi olgunluğunda tartışabilmek, anlayabilmek bence umutlu olmak için yeter neden. Basit, içi boş bir beklentinin kendisini umut olarak tarif edersek bu bizi başladığımız yere getirir; üstelik hasarlı bir dönüş olur bu. Umutlu olabilmenin yolu bence tahrip edilmemiş gerçekle kurduğumuz ilişkide mevcut. Hayat geçmişe doğru algılanıp, geleceğe doğru yaşanacak bir şeyse eğer, ânı da zamanın o bütünlüklü mefhumundan kopartamayız. An bizim dünden ve gelecekten bağımsız keyfî davranabileceğimiz, davranışlarımızın kişisel ve toplumsal sorumluluğunu düne ve geleceğe aktarabileceğimiz konforlu bir nokta değildir diye düşünüyorum. Bu çerçevedeki bir tartışma ve anlama çabası zamandan ve uzamdan kopuk olamıyor elbette. Bir mesafelenmenin içine çekebiliyor insanı. Üretmek bu mesafelenmeyle birlikte başlıbaşına bir tartışma ve çatışma aslında. Umut dediğimiz şey olacaksa da tüm bu karmaşık sürecin sonunda belirebiliyor.
Senin de umutlu bir insan olduğunu biliyorum. Şarkıların da zaten umutlu. Ben bunu anlamaya çalıştım sadece.
Çok iyi bir soru bence. Kendimi ifade etme, ürettiklerim üzerine konuşabilme fırsatı buluyorum böylece.
Perihel dünyanın güneşe en yakın olduğu, Afel ise en uzak olduğu anlar. Bir yanıyla bir şeye uzak olmak veya yakın olmak aslında bizimle de ilgili bir durum. Neye yakın ya da neye uzak olduğumuzun ötesinde, o şeyin sabitliğini anlamaya çalışıyorum. Afel için kurduğum cümle şöyleydi: “Güneş sabit, dünya dönüyor.” Bu cümleden sonra güneşin de kendi ekseninde hareketli olduğu üzerine bilgilendirici mesajlar aldım (Gülüyor). Aslında böyle metafor kullanımını çok tercih etmem ama bazen konuşmak yerine bir cümle çok daha anlatıcı olabiliyor. Güneş sabit; insanlar, doğa, canlılar, emek her şey adına adil, mutlu bir yaşam umudu ve mücadelesi sabit. Dönen ne? Dönen dünyanın kendisi, biziz yani. Uzaklaşıyoruz, yaklaşıyoruz. Umut sabit; uzaklaşan ya da yaklaşan biziz. Uzaklaşmak ya da yakınlaşmak bazen önemsiz bile olabilir. Toplumsal hikâye bizlerden bağımsız tarihsel akışa göre şekillenebilir. Hatta talihsizliklerle de dolu bir süreç olabilir bu. Ama ısrarla diyorum ki, güneş sabit. Güneş ısıtacak, güneş anlam kuracak, bizi gülümsetecek olan şey hâlâ sabit. Onlar değişmez. Bize göre biçim alamaz bazı şeyler. Doğa bize göre değişmez. Çünkü doğanın kendine ait bir dili var ve insan ne zaman buna kulak kapatmışsa bir hezeyanla buluşmuştur. Emek mücadelesinin varlığı insanların ona olan mesafesiyle ilgili değildir. Çünkü artıdeğer bilimsel olarak kendini kanıtlamıştır. Sömürü sürdükçe emeğin mücadelesi sabit olacaktır. Demokrasi, özgürlük ve barış için mücadele sabittir; insanlığın bu sabitliğe yaklaşması ya da uzaklaşmasından bağımsız olarak. Yaşadığımız şu pespaye çağda güneş sabit demek bana umutlu geliyor…
Not: Söyleşinin tamamı bu akşam saat 20.00 itibarıyla BirGün TV’de yayınlanan Işıl Işıl Sahne’de.
Sanatın sınırları hukukun gri duvarlarına çarptığında, Erdal Güney’in “Babacım” şarkısı, Türkiye’de ifade özgürlüğünün nefes aldığı nadir zaferlerden birinin simgesi oldu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ve oğlu Bilal Erdoğan’a hakaret iddiasıyla yargılanan ve nihayetinde beraat eden Güney, bu süreci “şarkının özgürleşmesi” olarak tanımlıyor. Beş yıl boyunca şarkısını seslendiremeyen sanatçı, Anayasa Mahkemesi’nin “hak ihlali” kararıyla adaletin ışığını gördü. Ancak bu mücadele, yalnızca bir şarkının değil, sanatın kamusal alandaki rolünün de savunusu oldu: “Birçok çizer, yazar, müzisyen için emsal oluşturduk” diyen Güney, iktidarın hukuku dönüştürme çabalarına rağmen umudun nasıl dirençle yeşerdiğini anlatıyor.
Son albümü Afel ile dünyanın güneşe en uzak olduğu anı metaforlaştıran sanatçı, “Umut sabit; uzaklaşan ya da yaklaşan biziz” diyerek yaşamın ve sanatın döngüsüne dair derin bir felsefe sunuyor. Güney ile müzik serüveninde bir yolculuğa çıktık.
“Babacım” şarkın nedeniyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret suçundan yargılandın ve beraat ettin. Geçmiş olsun diyelim. Neler hissettin? Şarkın özgürleşti. Bu sana neler hissettirdi?
Şarkı adına bahtiyarım. Bir dönem çok yoğun dizi, belgesel, film müzikleri çalıştım. Periyodik sürelerle senaryoya, metne uygun müzik üretmek bir hayli zor. Bir süre sonra sağırlaşan bir kulağa sahip olmaya başlıyor insan. Kişisel yönün yanı sıra üretimlerin hukuki ve etik sorunlara neden olması da olası. Sorundaki bahsi geçen şarkıda olduğu gibi alınganlığa da neden olabilir. Başkasına ait bir temayı farkında olmadan kullanıp, intihale neden olabilirsin. Tüm bu gerekçelerle şöyle bir yöntem izlemeye çalışıyorum, arşivi olan arkadaşlarla ve müzik hafızası iyi olan arkadaşlarla paylaşıyorum çalışmalarımı. Etkilenme var mı? Sözlerde bir sorun var mı? İhtiyaç halinde çalışmalarımı üniversite döneminden hukukçu arkadaşlarımla paylaşıyorum, yorumlarını alıyorum. “Babacım” şarkısı özelinde, “şarkıda sorun yok. Dava açılabilir, malum, iktidarın tavrından kaynaklı ama bir sorun çıkmaz” demişlerdi ve şarkıyı böyle bir iç denetimden sonra yayınlamıştık. Zaten ilk şikâyet başvurusu savcılıkça ifade ve düşünce hakkı kapsamında reddedilmişti. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin öncesinde verdiği İfade ve düşünce özgürlüğü kapsamında sanat üzerinden eleştiri hakkını koruyan kararları var.
Fakat bir süre sonra hakkımdaki dava tekrar açıldı ve hızlı bir şekilde hapis cezası verildi. Doğrudan şarkının kendisine ceza verilmesi ilginç bir durum. Hayatı dönüştüremezsek böyle ilginç, sanata da dair hukuksal sorunlarla karşılaşacağız. Hükmün geriye açıklanması kararı nedeniyle 5 yıl yasaklı kaldı şarkı. Şimdi şarkının özgürleşmesinden memnunum. Diğer memnuniyetim de yazar, çizer, ressam pek çok sanat emekçisinin üretimleriyle kendilerini ifade edebilmesi karşısında önlerine gelebilecek hukuksal baskılara karşı “Babacım” şarkısının dava kararının emsal oluşturacak olmasından. Çünkü şarkı üzerinden değnek gösterilmesiydi durumun kendisi. Bu nedenle de davanın kamuoyuyla basitleştirilmiş bir politik içerikle buluşmasını, tırnak içinde benim mağduriyetim olarak algılanmasını istemedik. Bu bir hukuk sorunuydu çünkü. Zor bir dönemdeyiz. İktidarlar yönetemedikleri düzlemde hukukun sınırlarını bir şekilde dönüştürürler, kendilerine ait kılarlar. Yanı sıra davalar hukuksal süreçlerdir de. O süreç içerisinde siz yorulursunuz. Mahkeme yollarını aşındırırsınız, yakınlarınızın kaygısı üzerinize siner, tebligatlar gelir, davaya gidersiniz, orada bir şey olur; o olur, bu olur, tarifsiz bir gerilim kaynağıdır tüm bu olan bitenler. Aslında sizin hayatla kurduğunuz ilişkiyi yıpratmaya dönük, sizi bezdirmeye çalışan çabalardır. Ama bilirsiniz bunların nedenini ve asla yalnız olmadığınızı, olmayacağınızı…
Ve sonra o “istenmeyen sözleri” yazmazsın… Senin bundan sonraki üretimini nasıl etkileyecek bu olay?
Birkaç tane anlamsız hız sınırı ihlali dışında cezam yok. Toplumsal duyarlılığı önemserim, ortak akılda, bilinçte ifadesini bulan itirazlarda yer alırım, kendimi ifade ederim. Bunu hak olarak tanımlarım. Kamusal alana ve muhataplarına ilişkin eleştiriler geliştirmeyi tercih ederim. Hiç kimsenin kendi varoluşunu, inançlarını, aidiyetini, var olma hikâyesini tartışma konusu yapmam. Bunlarla ilgili tevazu ve nezaketi korumaya çalıştığım da bilinir. Hakareti nezaketsiz bir üslup olarak görürüm. Fakat kamusal alandaki sorumluluk, muhataplık ve tavır benim için başka bir bağlam. Bu noktada muhataplarına eleştiri hakkımı kullanırım, eleştiri ve hakaret arasındaki ayrımı kavramaları için de hukuksal mücadele veririm. Bu tarz ve üslupta müzikler yapabilir miyim devamında? Ondan emin değilim çünkü bu tasarlanmış bir şey değil. Daha çok şeylerin ontolojisi üzerine gidiyorum ki bu da yoğunlukla aşk oluyor. Kişinin aşkından öte memleketin, doğanın, var olma hikâyesinin, hüznün, umutlu olmanın, mücadele etmenin aşkı üzerine lirik müzikler üretmeye çalıştığımı düşünüyorum. Bir dönem çevremden şöylesi eleştiriler geliyordu, “Hep aşk şarkıları yapıyorsun, şarkılarında politik bir tavrın yok.” “Babacım”ı yaptık, başımıza da bu geldi. Allah’tan müzik tarihime ait bu eleştirileri boşa düşürecek bir örnekle karşı karşıyayım (Gülüyor).
“Onurdur” diyorsun. Peki, biraz güzel şeylerden bahsedelim. Son albümün, Afel, aslında dünyanın güneşe en uzak olduğu gün anlamına geliyor. Bana çok umutsuz bir his verdi bu ama aslında içindeki müzikler hiç öyle değil.
Teşekkür ederim yorumun için. Uzak umutsuz tınlıyor kulakta değil mi? “Mesafelenme”dir belki de umutlu olan. Birkaç cümleyle ifade edilemeyecek kadar karmaşık bir konu elbette. Bir şeyi olgunluğunda tartışabilmek, anlayabilmek bence umutlu olmak için yeter neden. Basit, içi boş bir beklentinin kendisini umut olarak tarif edersek bu bizi başladığımız yere getirir; üstelik hasarlı bir dönüş olur bu. Umutlu olabilmenin yolu bence tahrip edilmemiş gerçekle kurduğumuz ilişkide mevcut. Hayat geçmişe doğru algılanıp, geleceğe doğru yaşanacak bir şeyse eğer, ânı da zamanın o bütünlüklü mefhumundan kopartamayız. An bizim dünden ve gelecekten bağımsız keyfî davranabileceğimiz, davranışlarımızın kişisel ve toplumsal sorumluluğunu düne ve geleceğe aktarabileceğimiz konforlu bir nokta değildir diye düşünüyorum. Bu çerçevedeki bir tartışma ve anlama çabası zamandan ve uzamdan kopuk olamıyor elbette. Bir mesafelenmenin içine çekebiliyor insanı. Üretmek bu mesafelenmeyle birlikte başlıbaşına bir tartışma ve çatışma aslında. Umut dediğimiz şey olacaksa da tüm bu karmaşık sürecin sonunda belirebiliyor.
Senin de umutlu bir insan olduğunu biliyorum. Şarkıların da zaten umutlu. Ben bunu anlamaya çalıştım sadece.
Çok iyi bir soru bence. Kendimi ifade etme, ürettiklerim üzerine konuşabilme fırsatı buluyorum böylece.
Perihel dünyanın güneşe en yakın olduğu, Afel ise en uzak olduğu anlar. Bir yanıyla bir şeye uzak olmak veya yakın olmak aslında bizimle de ilgili bir durum. Neye yakın ya da neye uzak olduğumuzun ötesinde, o şeyin sabitliğini anlamaya çalışıyorum. Afel için kurduğum cümle şöyleydi: “Güneş sabit, dünya dönüyor.” Bu cümleden sonra güneşin de kendi ekseninde hareketli olduğu üzerine bilgilendirici mesajlar aldım (Gülüyor). Aslında böyle metafor kullanımını çok tercih etmem ama bazen konuşmak yerine bir cümle çok daha anlatıcı olabiliyor. Güneş sabit; insanlar, doğa, canlılar, emek her şey adına adil, mutlu bir yaşam umudu ve mücadelesi sabit. Dönen ne? Dönen dünyanın kendisi, biziz yani. Uzaklaşıyoruz, yaklaşıyoruz. Umut sabit; uzaklaşan ya da yaklaşan biziz. Uzaklaşmak ya da yakınlaşmak bazen önemsiz bile olabilir. Toplumsal hikâye bizlerden bağımsız tarihsel akışa göre şekillenebilir. Hatta talihsizliklerle de dolu bir süreç olabilir bu. Ama ısrarla diyorum ki, güneş sabit. Güneş ısıtacak, güneş anlam kuracak, bizi gülümsetecek olan şey hâlâ sabit. Onlar değişmez. Bize göre biçim alamaz bazı şeyler. Doğa bize göre değişmez. Çünkü doğanın kendine ait bir dili var ve insan ne zaman buna kulak kapatmışsa bir hezeyanla buluşmuştur. Emek mücadelesinin varlığı insanların ona olan mesafesiyle ilgili değildir. Çünkü artıdeğer bilimsel olarak kendini kanıtlamıştır. Sömürü sürdükçe emeğin mücadelesi sabit olacaktır. Demokrasi, özgürlük ve barış için mücadele sabittir; insanlığın bu sabitliğe yaklaşması ya da uzaklaşmasından bağımsız olarak. Yaşadığımız şu pespaye çağda güneş sabit demek bana umutlu geliyor…
Not: Söyleşinin tamamı bu akşam saat 20.00 itibarıyla BirGün TV’de yayınlanan Işıl Işıl Sahne’de.