- Katılım
- Ocak 16, 2025
- Mesajlar
- 309,416
- Tepkime puanı
- 0
Recep Tayyip Erdoğan’ın gündem oluşturma ve tüm ülkeyi bu gündemle domine etme konusundaki “ustalığı” herkesin malumu. Bu konudaki mahareti tartışmasız ama bunun “ustalık” düzeyine çıkmasında rakiplerinin beceriksizliğinin katkısı olduğu göz ardı edilmemeli.
Erdoğan’ın oyun kurma ve rakiplerini bunun figüranı haline getirmesinin son örneğini 31 Mart 2024 yerel seçimlerinden sonra gördük. Erdooğan, yerel seçimlerden büyük bir yenilgi ile çıktıktan sonraki oyununun ilk temasını, en güçlü rakibi olan CHP’yi partnerleşme yoluyla pasifize etme olarak belirledi. Bunda bir ölçüde de başarılı oldu, “Normalleşme/yumuşama” derken ülke yerel seçimlerde ortaya konulan iktidar değiştirme iradesinin uzağına savruldu. CHP’nin enerjisini zayıflatan bu sürecin AKP açısından en yararlı sonucu seçmenler arasında görüldü, “Hepsi aynı oyunun aktörü, bilinenden şaşmayalım” denildi. Buna CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in TBMM’de düzenlenen resepsiyonda karşılaştığı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin daha dumanı üstünde tüten tartışmalardan sonra söylediği “Umarım alınmıyorsun, bunları siyaseten söylüyoruz” sözlerine verdiği “Yok efendim. Herkes doğru bildiğini savunuyor. Önemli olan saygıda, sevgide eksiklik göstermemek” sözleri eklendi.
Açlıkla sınanan, en temel haklarını kullanırken bile cezalandırma tehdidi ile karşı karşıya kalan milyonların çözüm olarak dillendirdiği “iktidar değişikliği” talebini hatırlatması biraz geç ve zor olsa da “Yumuşama/normalleşme” sürecini bitirdi. Meclis, seçim, sandık, adaylık parantezine sokulmak istenen Meclis siyasetiyle sorunlarına çözüm bulamayacağını gören yurttaşlar fabrikalarda, tahrip edilmek istenen yaşam alanlarında, Ankara yollarında hak mücadelesine başladı.
Halk muhalefetindeki derlenip toparlanma Ankara siyasetine de yansıdı. “Ben yerel seçimlerde seçim istemeyeceğim sözü vererek herkesten oy istedim” gerekçesinin anlamsızlığı gösterilen CHP çizgi değiştirdi. İktidarın en güçlü adayı, son seçimin birincisi CHP gecikmeli de olsa “Erken seçim” demek zorunda kaldı.
Oylarının artmadığını, ikinci parti konumundan kurtulamadığını gören iktidar bunun üzerine yeni bir oyunu sahnelemeye başladı: “Birinci parti olamıyorsan rakibi zayıflat, muhalefeti böl…”. Bunun için iki ayaklı bir strateji izlenmeye başlandı. Kürt siyaseti ile adı bile konulmaya tenezzül edilmeyen bir süreç başlatmak ve hem kurumsal olarak CHP’yi yıpratmak hem de Erdoğan’ın en güçlü rakibi olarak görülen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu siyaset dışına itmek…
1 Ekim’de başlayan ve beşinci ayını doldurmak üzere olan sürecin geldiği aşama ortada. Kürt siyasetinin “Barış”, iktidarın ise “Silahların bırakılması” olarak özetlediği ve ortaklaşılması olanaksız taleplerin dillendirildiği bu süreçte büyük bir belirsizlik hakim. Ama belli olan bir şey var ki Kürt siyaseti el sıkmayla başlayan beş aylık sürecin sonunda bir iç tartışma yaşamaya başladı.
Son yerel seçimlerde iktidar karşısında başarı getiren “Kent uzlaşısı” projesindeki partneri CHP ile de farklı noktalara sürüklendi. Barışa itiraz eden yok elbette ama bunun sadece Erdoğan’a bir dönem daha başkanlık şansı vermeyi amaçlayan ve başkanlık rejiminin eksik ayaklarının tamamlanmasını sağlayacak Anayasa değişikliğini hedeflediğini ileri sürenlerle, “Barış şansını görmezden gelemeyiz”diyen ve muhalefetin önemli unsurlarını oluşturan çevreler iktidar değişikliği hedefini unutup birbirinden uzaklaşmaya başladı.
Bu hatırlatmalardan sonra bugüne gelindiğinde CHP, çoğunluğun “erken” bulduğu önseçimle adayını belirleme uğraşıyla gündemde, Kürt siyaseti ise sonuç alınıp alınmayacağı belirsiz bir süreçle meşgul ediliyor.
İktidar medyasının köpürtmesi ve muhafeletin gündem dümenine geçememesi ile kamuoyu AKP'yi görmüyor, konuşmuyor. Başlıkta sorduğumuz soruya dönecek olursak esas sorulması gereken soru gündemde değil, gözler AKP’de yaşananlardan tamamen uzakta. Anayasal olarak yeniden adaylığı imkansız olan AKP’nin adayının kim olduğu sadece cılız bir soru olarak olarak arada kulaklara çalınıyor.
23 Şubat günü 8’inci Olağan Kongresi’ni toplayacak AKP’de neler yaşandığı hiç konuşulmuyor. Gücünü yitirmeye başlayan her iktidarda her siyasi partide yaşanan tartışmaların, koltuk kaybetme kaygılarının alışıldık ölçüde olmasa da AKP’ye önceki dönemlerden farklı olarak daha fazla hakim olduğu haberleri geliyor. Partide ve kabinede yer almak isteyenlerin rakiplerini yıpratmak ve olası Erdoğan sonrası dönemde söz sahibi olmak için trene atlama gayretleri kulaklara çalınıyor. Genel Merkez ve TBMM Grubu ile Saray arasındaki tartışmaların rakip siyasi partilere, iktidar yanlısı olmayan medya organlarına belge taşımaya kadar vardığı biliniyor.
AKP milletvekillerinin Saray’dan hazırlanan kanun tekliflerini okumadan imzaladığı, komisyon ve Genel Kurul aşamasında içeriğini bilmedikleri metinlerin kabulünü sağladıkları yıllardır yaşanan bir olgu. Yeni olan bundan duyulan rahatsızlıkların daha sıklıkla dillendirilmesi, görünür olması. Milletvekilleri Meclis kulislerinde açıkça yakınıyor, bürokratlara, bakanlara olan tepkiler daha fazla dillendiriliyor.
Geçtiğimiz hafta eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın başkanlığını yaptığı TBMM Dışişleri Komisyonu’nda AKP döneminde Meclis’in önemi konusunda hemen hemen hiç yaşanmayan ilginç bir tartışma yaşandı. Oktay, basına açık olarak yapılan toplantıda iktidarın güçlü isimlerinden olan İletişim Başkanı Fahrettin Altun’a tepkisini dillendirdi.
CHP’li Utku Çakırözer’in komisyonda başkanlığın üst düzeyde temsil edilmemesine ilişkin eleştirisi üzerine Oktay, başkanlık adına toplantıya katılan İletişim Başkanlığı Kamu Diplomasisi Daire Başkanı Oğuz Güner’e en üst düzeyde temsil beklediklerini söyledi. “Niye daire başkanlığı düzeyinde geldiniz?” diye sordu. Güner’in “Başkanımız Sayın Cumhurbaşkanımıza eşlik ediyorlar” karşılığı ile yetinmeyen Oktay, “Başkan yardımcınız yok mu?” sorusunu yöneltti. Onun da Erdoğan’la toplantıda olduğu aktarılınca Oktay tepkisini “Ne demek toplantıda? Burası ne? Burası toplantı değil mi? Sen İletişim Başkanlığısın, sen Komisyonla, Meclisle iletişimini sağlayamıyorsan nasıl sağlayacaksın geri iletişimini?... ‘Toplantıda, onun için buraya gelemedi’ ne demek?” sözleriyle sürdürdü.
Bunun Oktay’ın kişiliği, Erdoğan nezdindeki itibarı ve gücü ile açıklanması mümkün. Ama bu örneğin dışında kongreye giderken öncekilerde olduğu gibi bir daha anılmamacasına isminin silinmesi korkusu, parti ve Meclis yönetimi ile kabine dışı kalma kaygıları AKP’lileri sarmış durumda. Erdoğan’ın yeniden aday olmaması ile oluşacak yeni yapıda etkili olma yarışı mücadeleyi daha da sertleştiriyor. Ankara siyaseti önümüzdeki günlerde şaşırtıcı gelişmelere sahne olacak gibi…
Erdoğan’ın oyun kurma ve rakiplerini bunun figüranı haline getirmesinin son örneğini 31 Mart 2024 yerel seçimlerinden sonra gördük. Erdooğan, yerel seçimlerden büyük bir yenilgi ile çıktıktan sonraki oyununun ilk temasını, en güçlü rakibi olan CHP’yi partnerleşme yoluyla pasifize etme olarak belirledi. Bunda bir ölçüde de başarılı oldu, “Normalleşme/yumuşama” derken ülke yerel seçimlerde ortaya konulan iktidar değiştirme iradesinin uzağına savruldu. CHP’nin enerjisini zayıflatan bu sürecin AKP açısından en yararlı sonucu seçmenler arasında görüldü, “Hepsi aynı oyunun aktörü, bilinenden şaşmayalım” denildi. Buna CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in TBMM’de düzenlenen resepsiyonda karşılaştığı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin daha dumanı üstünde tüten tartışmalardan sonra söylediği “Umarım alınmıyorsun, bunları siyaseten söylüyoruz” sözlerine verdiği “Yok efendim. Herkes doğru bildiğini savunuyor. Önemli olan saygıda, sevgide eksiklik göstermemek” sözleri eklendi.
YURTTAŞ CHP'Yİ ZORLADI
Açlıkla sınanan, en temel haklarını kullanırken bile cezalandırma tehdidi ile karşı karşıya kalan milyonların çözüm olarak dillendirdiği “iktidar değişikliği” talebini hatırlatması biraz geç ve zor olsa da “Yumuşama/normalleşme” sürecini bitirdi. Meclis, seçim, sandık, adaylık parantezine sokulmak istenen Meclis siyasetiyle sorunlarına çözüm bulamayacağını gören yurttaşlar fabrikalarda, tahrip edilmek istenen yaşam alanlarında, Ankara yollarında hak mücadelesine başladı.
Halk muhalefetindeki derlenip toparlanma Ankara siyasetine de yansıdı. “Ben yerel seçimlerde seçim istemeyeceğim sözü vererek herkesten oy istedim” gerekçesinin anlamsızlığı gösterilen CHP çizgi değiştirdi. İktidarın en güçlü adayı, son seçimin birincisi CHP gecikmeli de olsa “Erken seçim” demek zorunda kaldı.
YENEMİYORSAN ZAYIFLAT
Oylarının artmadığını, ikinci parti konumundan kurtulamadığını gören iktidar bunun üzerine yeni bir oyunu sahnelemeye başladı: “Birinci parti olamıyorsan rakibi zayıflat, muhalefeti böl…”. Bunun için iki ayaklı bir strateji izlenmeye başlandı. Kürt siyaseti ile adı bile konulmaya tenezzül edilmeyen bir süreç başlatmak ve hem kurumsal olarak CHP’yi yıpratmak hem de Erdoğan’ın en güçlü rakibi olarak görülen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu siyaset dışına itmek…
1 Ekim’de başlayan ve beşinci ayını doldurmak üzere olan sürecin geldiği aşama ortada. Kürt siyasetinin “Barış”, iktidarın ise “Silahların bırakılması” olarak özetlediği ve ortaklaşılması olanaksız taleplerin dillendirildiği bu süreçte büyük bir belirsizlik hakim. Ama belli olan bir şey var ki Kürt siyaseti el sıkmayla başlayan beş aylık sürecin sonunda bir iç tartışma yaşamaya başladı.
Son yerel seçimlerde iktidar karşısında başarı getiren “Kent uzlaşısı” projesindeki partneri CHP ile de farklı noktalara sürüklendi. Barışa itiraz eden yok elbette ama bunun sadece Erdoğan’a bir dönem daha başkanlık şansı vermeyi amaçlayan ve başkanlık rejiminin eksik ayaklarının tamamlanmasını sağlayacak Anayasa değişikliğini hedeflediğini ileri sürenlerle, “Barış şansını görmezden gelemeyiz”diyen ve muhalefetin önemli unsurlarını oluşturan çevreler iktidar değişikliği hedefini unutup birbirinden uzaklaşmaya başladı.
Bu hatırlatmalardan sonra bugüne gelindiğinde CHP, çoğunluğun “erken” bulduğu önseçimle adayını belirleme uğraşıyla gündemde, Kürt siyaseti ise sonuç alınıp alınmayacağı belirsiz bir süreçle meşgul ediliyor.
KONGREYE DOĞRU AKP
İktidar medyasının köpürtmesi ve muhafeletin gündem dümenine geçememesi ile kamuoyu AKP'yi görmüyor, konuşmuyor. Başlıkta sorduğumuz soruya dönecek olursak esas sorulması gereken soru gündemde değil, gözler AKP’de yaşananlardan tamamen uzakta. Anayasal olarak yeniden adaylığı imkansız olan AKP’nin adayının kim olduğu sadece cılız bir soru olarak olarak arada kulaklara çalınıyor.
23 Şubat günü 8’inci Olağan Kongresi’ni toplayacak AKP’de neler yaşandığı hiç konuşulmuyor. Gücünü yitirmeye başlayan her iktidarda her siyasi partide yaşanan tartışmaların, koltuk kaybetme kaygılarının alışıldık ölçüde olmasa da AKP’ye önceki dönemlerden farklı olarak daha fazla hakim olduğu haberleri geliyor. Partide ve kabinede yer almak isteyenlerin rakiplerini yıpratmak ve olası Erdoğan sonrası dönemde söz sahibi olmak için trene atlama gayretleri kulaklara çalınıyor. Genel Merkez ve TBMM Grubu ile Saray arasındaki tartışmaların rakip siyasi partilere, iktidar yanlısı olmayan medya organlarına belge taşımaya kadar vardığı biliniyor.
AKP milletvekillerinin Saray’dan hazırlanan kanun tekliflerini okumadan imzaladığı, komisyon ve Genel Kurul aşamasında içeriğini bilmedikleri metinlerin kabulünü sağladıkları yıllardır yaşanan bir olgu. Yeni olan bundan duyulan rahatsızlıkların daha sıklıkla dillendirilmesi, görünür olması. Milletvekilleri Meclis kulislerinde açıkça yakınıyor, bürokratlara, bakanlara olan tepkiler daha fazla dillendiriliyor.
OKTAY'IN TEPKİSİ
Geçtiğimiz hafta eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın başkanlığını yaptığı TBMM Dışişleri Komisyonu’nda AKP döneminde Meclis’in önemi konusunda hemen hemen hiç yaşanmayan ilginç bir tartışma yaşandı. Oktay, basına açık olarak yapılan toplantıda iktidarın güçlü isimlerinden olan İletişim Başkanı Fahrettin Altun’a tepkisini dillendirdi.
CHP’li Utku Çakırözer’in komisyonda başkanlığın üst düzeyde temsil edilmemesine ilişkin eleştirisi üzerine Oktay, başkanlık adına toplantıya katılan İletişim Başkanlığı Kamu Diplomasisi Daire Başkanı Oğuz Güner’e en üst düzeyde temsil beklediklerini söyledi. “Niye daire başkanlığı düzeyinde geldiniz?” diye sordu. Güner’in “Başkanımız Sayın Cumhurbaşkanımıza eşlik ediyorlar” karşılığı ile yetinmeyen Oktay, “Başkan yardımcınız yok mu?” sorusunu yöneltti. Onun da Erdoğan’la toplantıda olduğu aktarılınca Oktay tepkisini “Ne demek toplantıda? Burası ne? Burası toplantı değil mi? Sen İletişim Başkanlığısın, sen Komisyonla, Meclisle iletişimini sağlayamıyorsan nasıl sağlayacaksın geri iletişimini?... ‘Toplantıda, onun için buraya gelemedi’ ne demek?” sözleriyle sürdürdü.
Bunun Oktay’ın kişiliği, Erdoğan nezdindeki itibarı ve gücü ile açıklanması mümkün. Ama bu örneğin dışında kongreye giderken öncekilerde olduğu gibi bir daha anılmamacasına isminin silinmesi korkusu, parti ve Meclis yönetimi ile kabine dışı kalma kaygıları AKP’lileri sarmış durumda. Erdoğan’ın yeniden aday olmaması ile oluşacak yeni yapıda etkili olma yarışı mücadeleyi daha da sertleştiriyor. Ankara siyaseti önümüzdeki günlerde şaşırtıcı gelişmelere sahne olacak gibi…