Düzen içi anti-emperyalizm

Elizabet

Administrator
Yönetici
Katılım
Ocak 16, 2025
Mesajlar
278,697
Tepkime puanı
0
Almanya’da Donald Trump’ın yemin töreninden önce başlayan ve başkan olarak görevi devralmasından itibaren artan ‘’emperyalizm’’ tartışmaları ana akım medyada yaygınlaşarak sürüyor.

Frankfurter Rundschau’dan, taz’a, Spiegel’den Welt’e liberalizmin solda ve sağdaki renklerini temsil eden belli başlı medya organlarının sayfalarında ‘’Trump ve emperyalizm’’ başlıklı haber ve yorumlar sıklıkla karşımıza çıkıyor. Daha temkinli olmaya çalışan medya organları ise, borsa çevresinin ve muhafazakarların etkili gazetesi FAZ gibi, emperyalizm terimini kullanmasalar da ‘’19. yüzyılın güç politikasına dönüş’’ gibi dolaylı başlıklarla aynı yöne işaret ediyorlar.

Düzen dışı olma iddiasındaki solda emperyalizm tartışmaları, Almanya’yı da kapsayacak bir şekilde uzun süredir yürütülse de, solun kendi içine kapalı olması nedeniyle bu tartışmaların kamuoyunda bir yansıması, dolayısıyla etkisi de yok.

Ana akım Alman medyasındaki ‘’Trump dönemi emperyalizmi’’ ile ilgili haber ve yorumlar ise içerikten bağımsız olarak, kamuoyunun geniş bir kesimine hitap ediyor. Bu yayınların ortak özelliği, uzun süredir özellikle Rusya-Putin ve kısmen Çin örneklerinde kullanıldığı gibi, emperyalizm teriminin, kapitalizmden bağımsız, liderlerin kişisel özellikleri ve bunların sonucu olduğu varsayılan, bu figürlerin siyasi tavırlarıyla açıklanmaya çalışılması.

Bunun sonucunda emperyalizm, ülke içindeki muhalefetin üstünde baskı kurulması, kararların tek bir kişi ve yakın çevresi tarafından tartışmaya olanak vermeden alınması ve dış politikada baskı ve silah kullanımının temel öğe haline geldiği bir siyaset tarzı olarak tanımlanmış oluyor. Elbette bu durumda, neredeyse her ülke ekonomik ve siyasi gücünden bağımsız olarak bir günden diğerine, seçim sonuçlarına göre rahatlıkla emperyalist olarak tanımlanabilir hale geliyor.

Almanya’nın tavrı: Birlikte saldırırsak demokrasi müdahalesi, bizsiz olursa emperyalizm​


Trump’la ilgili bu haber ve değerlendirmelerin diğer bir sonucu ise Almanya ve Avrupa Birliği’nin emperyalizmin zıddı olarak, demokratik bir düzen olarak kabul edilmesi.

Yugoslavya’dan Afganistan’a son çeyrek yüzyıldaki ABD ve dolayısıyla NATO’nun başlattığı bütün savaş ve işgallere ya doğrudan ya da lojistik destek sağlayarak katılan Almanya bunu kâh ulusal çıkarlar ve ülke güvenliğiyle, kâh barışa katkı için Almanya’nın tarihsel sorumluluğu olarak açıklıyordu. ABD’nin peşine takılarak Çin’i hedef alan ve Pasifik bölgesine odaklanan yeni Almanya dış politika/güvenlik stratejisi ve bu bölgeye gönderilen savaş gemileri de, tıpkı Litvanya’da Rusya’ya karşı kurulma aşamasında olan Almanya’nın ülke dışındaki ilk daimi askeri üssü gibi aynı ulvi kavramlarla gerekçelendiriliyor: ‘’Demokrasi ve barışı korumak için…’’

Trump öncesi ABD dış politikası ve bunun sonucu olan savaşlar da, ana akım medyada elbette emperyalizm olarak değerlendirilmiyordu.

Trump dönemi ABD dış politikasını emperyalizm olarak nitelemesi bir tarafıyla Trump’ın son dönem açıklamalarıyla ilgili.

Panama Kanalı’ndan Kanada’ya, ama özellikle de AB ve NATO üyesi Danimarka’ya ait Grönland adasını gerekirse güç kullanarak kendi topraklarına katmak istemesi bu suçlamaların ve endişenin kaynaklarından biri.

'Trump Almanya için tehlikedir'​


Diğer taraftan Trump ilk başkanlık döneminden beri Almanya’ya olumlu bakmadığını hiç saklamadı. Almanya’yı asalak olmakla sıklıkla suçlayan Trump, savunmasını büyük ölçüde ABD’ye yükleyen Almanya’nın ABD sırtından zenginleştiğini söylüyordu.

Bu nedenle Trump döneminin Almanya için bir tehlike yaratma olasılığı genel kabul görüyor.

Alman siyasetçilerini ve sermayesini güncelliği ve etkisi nedeniyle asıl endişelendiren ise Trump ABD’sinin ilk döneminde olduğu gibi cezalandırıcı gümrük vergilerini yürürlüğe sokma olasılığının çok yüksek olması. ABD’nin AB’ye ve özellikle de Almanya’ya karşı yürüteceği bir ticaret savaşının her iki tarafın da zararına olacağı belirtilse de, uzmanlar bu durumdan en fazla Alman sanayisinin, yani Alman sermayesinin zarar göreceğinde hemfikirler.

ABD’nin cezalandırıcı gümrük vergilerini yüzde 10 ile 20 arasında arttırması, Alman sanayisine, bu verginin oranına göre 100 ile 300 milyar avro arasında zarar vereceği hesaplanıyor. Sermaye kârdan zarar ederken, Hans Böckler Vakfı’nın yaptığı bir araştırmaya göre 300 bin civarında işçinin de bu durumda işini kaybetme tehlikesi var.

İki ülke arasındaki ticaret hacmi de iki ülke arasındaki ilişkilerin önemini açıkça gösteriyor. İki ülke arasındaki ihracat-ithalat toplamı 2024 yılında 255 milyar avroya ulaşırken, ABD Çin’i geçerek Almanya’nın en fazla ihracat yaptığı birinci ülke konumuna geldi. Üstelik Çin’le yapılan ticaretten farklı olarak ABD ile yapılan ticarette Almanya yüksek miktarda fazla veriyor. 2023 yılında bu rakam Almanya lehine 63,3 milyar avroydu.

Daha önemlisi ise, Alman sanayisinin Çin’e bağımlılığı önemli ve ciddi olmakla birlikte, Çin’in Alman siyaseti, medyası ve kültür dünyasında, buralarda dengeleri değiştirecek şekilde etki yapma gücü yok. ABD ise Almanya’da siyasetçilerden medya mensuplarına, finansal ilişkilerden, iki ülkenin büyük şirketleri arasındaki bağlantılara, çok geniş bir toplumsal alanda karmaşık, derin, sağlam ve etkili ilişkilere sahip.

Trump’ın en azından 80 yıllık köklü geçmişi bulunan bu ilişkileri, ABD egemenleri arasındaki sorunlar nedeniyle tamamen kontrolüne alma olasılığı düşük.

Trump’ın üç ilkesi: Para, para, para​


Alman siyasetçileri de bu müdahalelere karşı ne yapılabileceğini tartışıyorlar. Herkes Trump’ı neyin sakinleştireceğini biliyor: Para

Trump’ın gümrük vergilerini arttırma tehdidine karşı ABD’ye daha fazla para akıtarak ticaret savaşlarını engellenebileceği umuluyor.

ABD’nin Ukrayna’ya desteğini ve silah sevkiyatını sürdürmesi karşılığı, bunların parasının Almanya’nın cömert katkısıyla AB tarafından karşılanması. Bu da önerilerin AB ayağını oluşturuyor.

Yine Trump’ın talep ettiği şekilde, savunmaya/silahlanmaya GSMH içinde ayrılan payın yüzde 5’i oranında olmasa bile en azından yüzde üç oranına çıkartılması ve ABD’den pahalı kaya gazı yanında daha fazla silah alınması da bir diğer öneri.

Alman devletinin bu yılki bütçesindeki harcamalarda, GSMH’nın sadece yüzde 1 oranında yapılacak bir değişikliğin en az 50 milyar, kimi hesaplamalara göre 100 milyar avroluk bir meblağa denk geldiği unutulmamalı. Savunma harcamalarının daha da artırılması durumunda, bu meblağın, sosyal harcamalardan kesintilerle karşılanacağı açıklanıyor.

Bu da Almanya’da yoksulluğun artması, artan yoksulluğun faturasının göçmenlere çıkarılması ve en sert göçmen karşıtı politikaları savunan AfD’nin daha da güçlenmesi anlamına geliyor.

Alman siyasetçilerin bir umut olarak öne sürdükleri, AB’nin ABD’ye karşı ortak bir tavır alarak tehlikeyi bertaraf etme olasılığı da, bütün iddialara karşın çok zor.

AB içinde Trump yönetimine yakın siyasetçi ve partilerin iktidarda olduğu, başta İtalya olmak üzere Macaristan gibi ülkeler var.

Almanya’daki çok açık ABD yanlısı partilerden olan Şansölye Olaf Scholz’un partisi sosyal demokratlar (SPD) ve Yeşiller, ABD seçimlerinde Demokratlara verdikleri açık destekle Trump’ın hışmına uğramışlardı.

Trump’ın başkanlık görevini devralmasından kısa bir süre önce, Almanya'nın Vaşington büyükelçisinin Berlin’e gönderdiği ‘’Trump tehlikesini’’ konu alan bir rapor basına sızdırıldı. Raporda görevi devralacak Trump’ın hukuk kurallarına uymayacağı ve siyasi muhaliflere yönelik saldırılarda artış olacağı uyarısı yapılıyordu.

Bu skandal, yani dışişlerinin gizli bir raporunun dışarıya sızdırılması, iki ülke tarafından önemsizmiş gibi gösterilmeye çalışılsa da, Trump’ın bunu unutmayacağı kanısı yaygın. Asıl üzerinde durulmayan ise, bu sızdırmanın ABD’nin geleneksel Alman devlet mekanizması içindeki gücünü veya aynı anlama gelmek üzere Alman bürokrasisi içindeki ABD yanlılarının etkisini ve kimseden çekinmediklerini göstermesi.

Buna karşın Trump yönetiminin Alman siyasetine alışılagelmiş kanallar dışında farklı müdahale ve etkileme olanakları da var.

Musk’ın Alman faşizme verdiği destek​


Bunlar da başta Elon Musk’ın sahibi olduğu X (eski twitter) ve Trump karşıtlığından kısa sürede Trump destekçiliğine geçen diğer dev teknoloji tekellerinin müdahale olanakları.

Şu anda Alman siyasetine en fazla dışarıdan müdahale eden ve etkin olan isim ise kuşkusuz Musk. Şansölye Scholz olmak üzere Alman siyasetçilerini eleştirmekle kalmayan Musk’ın, ağır hakaretlerde de bulunması görmezden gelinmeye çalışılırken, X üzerinden faşizan parti AfD’ye çok açık destek vermesi tepkilere neden oldu.

Bu durum Musk’ın kişisel taşkınlıklarıyla açıklanmaya çalışılırken, Trump’ın başkanlık yemin törenine Almanya’dan Şansölye dahil olmak üzere hiçbir üst düzey devlet yetkilisini ve siyasetçini davet etmezken, AfD’li bazı üst düzey politikacıların törende yer alması, Alman siyasetini dizayn etme çabasının Musk’la sınırlı olmadığını gösterdi.

Almanya’da genel seçimlere bir aydan az bir zaman kalmışken ABD’den gelen AfD yanlısı müdahaleler sadece SPD ve Yeşilleri değil, kamuoyu araştırmalarına göre seçimlerden en güçlü parti olarak çıkacağı belli olan muhafazakar CDU ve CSU’dan oluşan Birlik Partilerini de rahatsız ediyor.

AfD’nin önde gelen kadrolarının önemli bir kısmı Birlik Partileri’nden gelirken, seçmen kitleleri de, özellikle batıda kesişiyor. AfD Rusya’dan alınan ucuz petrol ve doğal gazın kesilmesi ve ABD’nin uyguladığı ambargoların Almanya’nın sanayisizleşmesine neden olduğunu savunduğu için ABD karşıtı olarak tanınsa da, karşıtlık daha çok Almanya içine üretim yapan sermaye kesimlerinin temsilciliğine soyunmasından kaynaklanıyor. Bu nedenle ABD’nin Pasifik bölgesindeki savaş hazırlıklarına genel olarak karşı çıkmazken, Almanya’nın bundan uzak durması gerektiği görüşünü savunuyor.

Elon Musk - Dijital faşizmden Almanya'daki faşist hareketlere desteğe​


Trump’ın seçilmesi ve Musk’ın verdiği açık destek, oy oranı artarken hem federal hem de eyalet düzeyindeki parlamentoda, diğer partiler tarafından yalıtılan ve etkisi kırılmaya çalışılan AfD’ye yeni bir rüzgar verdi. AfD’nin yasaklanması davası partinin başında demoklesin kılıcı gibi sallanırken, ABD’den gelen destek AfD’ye moral ve özgüven de sağladı.

AfD’nin yabancı/göçmen karşıtı talepleri daha güçlü seslendirmesi ve modifiye edilmiş Nazi dönemi sloganlarını öne çıkarması bunun sonuçlarından biri.

Elbette, yabancı düşmanlığı ve liberalizm Trump siyasetiyle ortaklık sağlarken, AfD’nin göçmen karşıtı taleplerinin biraz yumuşatıldıktan sonra parlamentodaki diğer partilerin talepleri arasında yer bulması da, aslında sorunun kaynağının Almanya içinde olduğunu gösteriyor.

Almanya’nın en çok satan (bulvar) ve okunan online gazetesi Bild’i de içinde barındıran Alman medya tekeli Springer grubunun ciddi muhafazakâr gazetesi Die Welt 27 ve 28 Ocak tarihlerinde Berlin’de Musk ve AfD Eş-Başkanı Alice Weidel’i dışa kapalı bir forumda bir araya getireceğini duyurdu.

Springer grubu daha önce de Musk’la yapılan röportajlara kendi gazetelerinde yer vermişti. Musk’ın burada, tıpkı X’te olduğu gibi Almanya'nın tek şansı olarak AfD’yi işaret etmesi Almanya’daki seçimlere müdahale olarak kabul edilmiş ve sert eleştirilere neden olmuştu. 25 Ocak günü yapılan AfD kongresine çevrimiçi katılan ve artık ABD hükümetinde resmi bir görevi de olan Musk, AfD’ye yine açık destek verdi.

Yukarıda da değinildiği gibi, diğer büyük partilerle kıyaslandığında faşizan AfD, bunlara göre ABD’ye daha mesafeli bir konumda. Trump’ın ideolojik yakınlığı (ırkçılık ve liberalizm) AfD destekçiliğini yeterince açıklamıyor. Kesin olan, Trump’ın Almanya’nın kaşıyabileceği hassas bir noktasını yakalamış olması. Alman ana akım medyasına bu durum, Trump’a ve Musk’a yönelik emperyalist ve faşist suçlamalar olarak yansıyor.

Musk’a yönelik faşist, ırkçı suçlamaları ve sosyalleştiği Güney Afrika’daki ırkçı rejime dönük sempatisi sıklıkla vurgulanıyor. Ama bu durum, Almanya’da araba fabrikası olan ve devletten büyük krediler alan bir sermayedarın, önümüzdeki seçimlerde alacağı oy oranından bağımsız, hükümette yer alamayacağı kesin olan AfD’ye desteğini, açıklamada yetersiz kalıyor.

Musk ABD ile AB arasında çıkacak bir ticaret savaşında, daha önceki deneyimlerinden de bildiği gibi, ilk AB yaptırımlarının ‘’X’’ ve benzeri teknoloji devlerine uygulanacağını biliyor. AfD desteği hem Almanya içinde işe yarar bir müttefik oluşturmak, hem de gerektiğinde pazarlık unsuru olarak kullanma olanağı sağlıyor. Ayrıca olası yaptırımları ‘’düşünce özgürlüğüne’’ saldırı olarak pazarlamak açısından da anlam kazanıyor.

Elbette Musk’a alan açan Springer grubu da, Musk aracılığıyla ABD içindeki medya yatırımlarını geliştirme derdinde.

İdeolojinin sermaye dünyasında kâra dönüşmediği müddetçe öneminin olmadığını bilmek, bu karanlık ilişkileri anlamak açısından bir temel oluşturabilir.

Bu bağlamda iki ülke arasındaki ilişkilerin önümüzdeki dönem nasıl bir seyir izleyeceğini kestirmek zor. Kesin olan emeğe ve emekçilere yönelik saldırıların her iki ülkede artacağı ve emekçilerin alacağı veya alamayacağı tavrın gidişatın yönünde belirleyici olacağı.

Made in Germany vs. China: Alman sanayii yeniden makas değiştiriyor
alman
 
Üst