- Katılım
- Ocak 16, 2025
- Mesajlar
- 330,318
- Tepkime puanı
- 0
Garip bir dil hakimdi yıllardır edebiyatımızda… Umutsuzluk, yılgınlık, yenilmişlik, depresyon, bohemlik… bu liste uzayıp gider. Issız insandı karakterler, masumdu. Aşk, aşk gibi değildi, ilişkiler kırgındı, kabullenilmişti başa gelenler, boş verilmişti. Bir tür eleştiri vardı yaşananlara ama nedense yazan kişi muaftı bütün olanlardan. Güzel çocuklardı devrimciler ama işte naiftiler, hayatı ve halkı tanımıyorlardı. Bir ülke edebiyatı zayıflayınca, yönünü bulamayınca sanatsal üretimin dili zorlanıyor. Şiirler bestelenmiyor da saçma şarkı sözleri yazılıyor, tiyatro oyun metinleri en anlaşılmaz halleriyle sahneleniyor, sinema senaryoları uçuşan fikirlerin toplamına dönüşüyor.
Ne anlatıyoruz, ne anlatıyorsunuz? Bu sorular, “illa bir şey anlatmak zorunda mıyız?” defansı ile kaba ve estetikten yoksun bir dünyanın sorularıymış gibi algılanıyor.
Yaratıcı yazarlık kursları, pıtrak gibi kitap basılmasına, herkesin çocuğuna bir eser bırakma gayretine, garip bir hikayesiz hikayeler yazma modasına neden oldu ülkemizde. Yeni yazarları bu bulamacın içinden ayıklamak gittikçe zorlaşıyor. Yine de kendimi gülümserken yakaladığım birçok film ve kitap oldu son yıllarda. Kendi gülümsememi önemsediğim için değil uzun zaman sonra tekrar umudun dilini hissettiğim için yazdım. Açık konuşayım artık sadece bildik klasiklerden söz etmek biraz sıkıcı ve umut kırıcıydı.
Sınıfın yazarları ve yönetmenleri sessizce sıyrılıp gelmeye başlamışlardı, nefes alabilirdik sonunda. Son okuduğum “Canavar” adlı öykü kitabı da tarafını belli eden kitaplardan. Sahada çalışmış bir makine mühendisinin kenara not ettiği öykülerinde, fabrikaların sesini ilk sayfalardan itibaren duyabiliyorsunuz.
Murat Akgöz, makine mühendisliği eğitiminden sonra sinema/senaryo yazımına gönül vermiş bir yazar. İlk kitabın heyecanını, teşekkür kısmında sevgiliyle nasıl tutkuyla paylaştığını okuduğunuzda samimi bir kitaba başladığınızı hissediyorsunuz.
Öykü kitaplarında bilirsiniz genelde yazar sevdiği bir öykünün adını kitabın kapağına taşır. Canavar'da ise her öykünün içinde canavarın farklı bir yüzünü, simgesini görüyorsunuz. Bazen devasa bir döküm kazanı, bazen taksitleri ödenmemiş bir araba, bazen yüksek bir vinç, bazen toprağı zehirleyen bir maden şirketi olarak karşımızda. Hayatımıza gözünü dikmiş, bizi rehin almış bir canavar.
Sınıfın sadece fabrikalardaki tezgahların başında değil plazalarda da, fabrikanın beyaz yakalı tarafında da sömürüldüğünü, topyekûn bir mücadele ile canavarla baş edebileceğimizi fısıldayan öyküler yer alıyor kitapta.
Çocukluğumdan kalma bir diyalog kullanım biçimi var Canavar’da. Sanırım senaryo da yazan Murat Akgöz, konuşmaların bir kısmını öykülerin gövdesine gömmek yerine, gözümüzde bir sinema sahnesi gibi canlandırmamız için ayırmış. Önce biraz yabancılaştım sonra öykülerle akıp gittim.
Canavar, önce yadırgatıcı sonra öyküyü meraklandırıcı bir akışa sahip. Öykülerin sıralanması da belli ki düşünülmüş. Murat’ın saha deneyimi bazı teknik detaylarda kendini belli ediyor. Öykülerin tartışma noktaları ve açmazları tanıdık, belli ki deneyimlenmiş. Kendi akranlarının diline ve beğenilerine hakim olduğu anlaşılıyor.
Öyküler ilerledikçe, bu öykülerin ardına gizlenmiş bir romanın hissiyatı belirginleşti içimde. Kolay olmadığını biliyorum, sınıfın yazarlarına her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Samimi ve cesur olduktan sonra gerisi gelecektir.
Ne anlatıyoruz, ne anlatıyorsunuz? Bu sorular, “illa bir şey anlatmak zorunda mıyız?” defansı ile kaba ve estetikten yoksun bir dünyanın sorularıymış gibi algılanıyor.
Yaratıcı yazarlık kursları, pıtrak gibi kitap basılmasına, herkesin çocuğuna bir eser bırakma gayretine, garip bir hikayesiz hikayeler yazma modasına neden oldu ülkemizde. Yeni yazarları bu bulamacın içinden ayıklamak gittikçe zorlaşıyor. Yine de kendimi gülümserken yakaladığım birçok film ve kitap oldu son yıllarda. Kendi gülümsememi önemsediğim için değil uzun zaman sonra tekrar umudun dilini hissettiğim için yazdım. Açık konuşayım artık sadece bildik klasiklerden söz etmek biraz sıkıcı ve umut kırıcıydı.
Sınıfın yazarları ve yönetmenleri sessizce sıyrılıp gelmeye başlamışlardı, nefes alabilirdik sonunda. Son okuduğum “Canavar” adlı öykü kitabı da tarafını belli eden kitaplardan. Sahada çalışmış bir makine mühendisinin kenara not ettiği öykülerinde, fabrikaların sesini ilk sayfalardan itibaren duyabiliyorsunuz.
Murat Akgöz, makine mühendisliği eğitiminden sonra sinema/senaryo yazımına gönül vermiş bir yazar. İlk kitabın heyecanını, teşekkür kısmında sevgiliyle nasıl tutkuyla paylaştığını okuduğunuzda samimi bir kitaba başladığınızı hissediyorsunuz.
Öykü kitaplarında bilirsiniz genelde yazar sevdiği bir öykünün adını kitabın kapağına taşır. Canavar'da ise her öykünün içinde canavarın farklı bir yüzünü, simgesini görüyorsunuz. Bazen devasa bir döküm kazanı, bazen taksitleri ödenmemiş bir araba, bazen yüksek bir vinç, bazen toprağı zehirleyen bir maden şirketi olarak karşımızda. Hayatımıza gözünü dikmiş, bizi rehin almış bir canavar.
Sınıfın sadece fabrikalardaki tezgahların başında değil plazalarda da, fabrikanın beyaz yakalı tarafında da sömürüldüğünü, topyekûn bir mücadele ile canavarla baş edebileceğimizi fısıldayan öyküler yer alıyor kitapta.
Çocukluğumdan kalma bir diyalog kullanım biçimi var Canavar’da. Sanırım senaryo da yazan Murat Akgöz, konuşmaların bir kısmını öykülerin gövdesine gömmek yerine, gözümüzde bir sinema sahnesi gibi canlandırmamız için ayırmış. Önce biraz yabancılaştım sonra öykülerle akıp gittim.
Canavar, önce yadırgatıcı sonra öyküyü meraklandırıcı bir akışa sahip. Öykülerin sıralanması da belli ki düşünülmüş. Murat’ın saha deneyimi bazı teknik detaylarda kendini belli ediyor. Öykülerin tartışma noktaları ve açmazları tanıdık, belli ki deneyimlenmiş. Kendi akranlarının diline ve beğenilerine hakim olduğu anlaşılıyor.
Öyküler ilerledikçe, bu öykülerin ardına gizlenmiş bir romanın hissiyatı belirginleşti içimde. Kolay olmadığını biliyorum, sınıfın yazarlarına her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Samimi ve cesur olduktan sonra gerisi gelecektir.
Canavar, Murat Akgöz, Yazılama Yayınevi, Şubat 2025. |