Türkiye’yi savunmak

Elizabet

Administrator
Yönetici
Katılım
Ocak 16, 2025
Mesajlar
330,479
Tepkime puanı
0
Dünyanın adım adım bir dönüm noktasına ilerlediğini görüyoruz. Dengelerin şekillenmesinde büyük rol oynayan çeşitli güçlerin aralarındaki çatışmalar, bulunduğumuz bölgeden son derece şiddetli hissediliyor. Özel bir dönem ve bu özel dönemde siyaseti meşgul eden neredeyse bütün gündemler bu büyük gelişmelerle ilişkili olarak şekilleniyor. Direnç ve uzlaşmayı bu gelişmeler belirliyor. Düzen güçleri buna göre taraflaşıyor. Ve yeni bir yol da ancak bu gelişmeler dikkate alınarak açılabilir.

Türkiye’nin yaşanan gelişmeler karşısında seyirci kaldığı söylenemeyeceği gibi aktif pozisyon alıp yaptığı her hamlenin sonuçlarına hakim bulunduğu da elbette söylenemez. Zaten sürüklenme tam da budur. İktidar içeride konsolide olamadığı gibi dışarıda da attığı adımların yarattığı sonuçlar ve süreç içinde inşa ettiği söylemleri arasındaki çelişkiyi örtememekte ancak çeşitli önemli başlıklarda kendisine angaje etmeyi başardığı düzen muhalefetinin marifetiyle hareket kabiliyetini korumaktadır. Türkiye'de iktidar kavramının iktidar ve muhalefet partileri ile bütüncül bir projeksiyonu ifade ediyor oluşu da bir kez daha açıklıkla gözlemlenebilir hale gelmiştir.

Bir bütünlükten ama aynı zamanda toparlanması güç bir dağınıklıktan söz ediyoruz. Halkın canını okuyan koşullar da, daha büyük felaketlere kapı aralanması anlamına gelen süreçler de devam ediyor. Ancak pürüz çoğunlukla vekâlet savaşları içerisinde kimin vekili olunacağı ya da yeni emperyalist paylaşım döneminde ağzı sulanmış sermaye takımı için verilebilecek hizmetlerin sınırları konusunda ortaya çıkıyor. Yani hem bir kapasite hem de bir ‘beşinci kol’ meselesinden söz ediyoruz.

Klasik uluslararası ilişkiler literatüründe bir bilardo topu metaforu vardır. Buna göre bilardo masası uluslararası alana ve devletler de onun yegane aktörleri olarak renk renk toplara benzetilir. Bilardo topları bütünleşik, homojen, kaskatı ulusal bütünlükleri ifade eder. 1648 Vestfalya düzenini ya da 1815 Avrupa uyumunu açıklamakta büyük bir sorun yok. Fakat 20. ve 21. Yüzyıldaki gelişmeler ana akım liberal uluslararası ilişkiler teorisini yenileme ihtiyacını hissettirmiş olsa gerek. Sınıfları hatırlamışlardır demeyin, tövbe haşa, öyle olmadı. Tabii ki emperyalizm teorisini hesaba almadılar. Çok uluslu şirketleri, AB gibi yeni ulus-ötesi yapılanmaları, küresel STK vb. kuruluşları teoriye dahil ettiler ve böylece bir “Küresel Siyaset” kavramı türettiler. Ulusu aştılar ama sömürüyü derinleştirip şiddetlendiren yeni uluslararası aktörlerle…

Emperyalistlerin kendi dünyalarında özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından “tarihin sonunu” getirdiklerini düşündüklerinde tarif ettikleri oyun alanı işte bu aktörlerle şekillendi. Neleri görüp neleri görmeyeceklerine karar verdiler ama hiçbiri yok olmadı.

Bizim uluslararası siyasete yaklaşımımız elbette tamamiyle ayrı bir yerde duruyor. Ancak gelişmeler gösteriyor ki emperyalizmin iç cephesinde de bu yeni sayılabilecek sistem projeksiyonu ağır darbelerle sarsıldığı bir dönemden geçiyor. AB’nin NATO’nun akıbetleri belirsiz. Finans tekelleri ile teknoloji tekelleri arasında pratikte ortaya çıkan yönelim farklılıkları krizi derinleştiriyor. 2. Dünya Savaşı statükosu sistemin tepesindeki kimi unsurlarca sorgulanır hale geliyor.

Fakat yerine ne konabilir? Kim koyabilir? Böyle bir akıl var mı? Yoksa yeni bir yapılanmanın yol haritasını oluşturacak koşullar önce kılıçların çekilmesiyle mi mümkün olacak?

Daha önemlisi,
Dünya halkları olup bitenleri öylece izleyecek ve dünya tarihinde yumruğunu masaya vurduğu kritik dönüm noktalarını, toplumsal atılım dönemlerini, büyük devrimlerini hiç olmamış gibi görmezden mi gelecek?

Bunun mümkün olmadığını, er ya da geç emeğiyle geçinenlerin sömürücüler karşısındaki savaşta durumu lehlerine çevireceklerini, her şeyi değiştireceklerini biliyoruz. Ve tabii ki bu kitlelerin dünya tarihine merakıyla değil, tarihin kendilerini zorladığı yeni koşullarda ayağa kalkmaları ile mümkün olacak. İllaki de kalkacaklar.

Şimdi Türkiye’de,
Değiştirmek için mücadele ettiğimiz ülkede, ayağımızı bastığımız mücadele zeminine, emeğin haklarına, yurttaşlık kavramına, aydınlanma fikrine, ülkenin bağımsızlığına, cumhuriyete karşı birleşmiş güçlerden söz ediyoruz. İktidarı ve muhalefet ile bütünleşmiş ama dağınık halde Cumhuriyet Devrimi ile savaşıp kendi içlerinde barışma niyetindeler. Ayağımızı bastığımız toprağı tehdit ediyorlar. Her adımlarıyla İsrail ve ABD’ye alan açıyorlar, esastan karşı çıkan yok!

Bu halk memleketin sahipsiz olmadığını onlara gösterecek. Gösterebilir çünkü sanıldığı gibi seçeneksiz değil. Ne onların küresel siyasetinde büyük sömürgenlerin it dalaşında ne de içeride halka karşı birleşip ellerini ovuşturanların pastadan pay alma rekabetinde taraf olacak heyecan var. Bunlardan fayda uman yok.

Şimdi ayağımızı bastığımız toprağı savunmak ve bunun için de hızla dostu düşmanı seçmek zorundayız. Bu iktidardan ve bu muhalefetten kopuş vakti geliyor. Tarih hem kopuşu hem de yeni ileri toplumsal ittifakları zorunlu kılıyor. İzleyici olmayacağız.
 
Üst